HDP’li Vekil Leyla Güven’in ‘PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit’ in kaldırılması amacıyla başlatmış olduğu açlık grevi son erdirildi. Yaklaşık 200 gün süren açlık grevine cezaevindeki PKK’liler sürecin farklı aşamalarında katılarak destek verdi. Ayrıca siyasi tutuklu ve hükümlü yakınlarının oluşturdukları örgütler de basın açıklamaları başta olmak üzere çeşitli etkinliklerle müdahil oldu; kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Amaç: Ölümlerle sonuçlanabilecek bir durumun önüne geçmek…

Açlık grevi zor bir eylem biçimi ve zor bir süreç… Vücudun direncinin kırılmaması ve insan hayatının riske girmemesi için şeker ve tuz ihtiyacının karşılanması gerekmektedir. Bu nedenle bu sürece yatanlar şekerli su ve tuz ihtiyacını günün değişik saatlerinde almak zorundadır. Sürecin ne kadar zor olduğunu bilenlerdenim; zira 1991-92 yılında Eskişehir Cezaevi’ne nakledilecek siyasi mahkumlar burayı ‘Ölüm Tabutlukları’ olarak nitelemişlerdi, daha sonra Türkiye'nin farklı cezaevlerinde açlık grevi başlatmışlardı. Bunun ardından güçlü bir kamuoyu oluşmuştu. Ben de o zaman bu sürece destek vermek için Malatya’dakine dönüşümlü olarak yapılana dört gün süreyle katılmıştım. Şekerli su ve tuzdan başka bir şey ağza almak ve grevin yapıldığı mekanın dışına çıkmak yasaktı. Yani disiplin ve yapılan işe saygı duymak esastır.

Toplumda kuvvetli tepki gelince zamanın Adalet Bakanı başta olmak üzere hükümet geri adım atmak zorunda kalmıştı.

Şöyle geçmişe kısaca bakmakta yarar vardır: Bir defa açlık grevi 1980 yılında yapılan askeri darbe ile cezaevleri siyasi tutuklularla dolmuş taşımıştı tabiri caizse. Çoğunluğunu Kürt ve sol tutuklular oluşturmaktaydı. Ülkücüler de askeri darbeden payına düşeni almışlardı. Özellikle sol ve Kürt mahkumlarını  amaçlarından vazgeçirmek, bu anlamda sindirmek için insanlık dışı her uygulama reva görülmekteydi. Diyarbakır Cezaevi de bu uygulamaların “sembol” ismi olmuştu. Başta Mazlum Doğan, Kemal Pir olmak üzere PKK’nin önde gelen yöneticileri de burada tutulmaktaydı.

Diyarbakır Cezaevinde yapılan uygulamaları protesto etmek ve bu sürece dikkat çekmek amacıyla PKK’li tutsaklar önce “Ölüm Orucu” dedikleri bir süreç başlattılar, daha sonraki süreçte açlık grevleri ile eylemliliklerini sürdürdüler. Zamanla içte ve dışta güçlü kamuoyular oluştu, istekleri cezaevi idareleri tarafından kabul edildi vs… ama birçok can da bu süreçte hayattan koptu. Kimi öldü, kimi sakat kaldı açlık grevlerinde.

Siyasi tutsakların "cezaevi “vahşet”ine karşı istekleri sistematikti çünkü kendilerine uygulananlar da sistematikti" iddiasındaydı.

Başlıca istekleri tek tip elbisenin kaldırılması, saç kazıtma tıraşının durdurulması, kendilerine insana yakışır yemeklerin verilmesi, kitap-dergi ve gazetelerin içeriye alınması ve tabi ki en önemlisi kendilerine uygulanan işkencelerin sona ermesi.  Bütün bunlar süreç içerisinde kabul edildi.

İsteklerinin kabul edilmesi için yemek yememe tavrı aslında insanın varoluşunda mevcuttur. Örneğin; bunu küçük çocuklarda bile görmek mümkün. Çocuk sofraya otururken, bazen istekleri olabiliyor. Sofrada yemek istediğini görmeyebilir. Olmayınca küser ve sofradan uzaklaşır. Ebeveynler üzülür buna tabi ki her ne kadar önceden tepki gösterseler de. Sonra çocuğu ikna etmeye başlar ve ‘sofraya geldiği taktirde isteği yerine getirilir’ sözü verilir. İsteği yerine getirilen çocuk yemeğe başlar. Aile ortamlarında bazen büyükler de isteklerinin kabulü için yemek yemeği reddeder. Sosyal anlamda böyle tavır koyma biçimi halen vardır.

BİR EL DEVREYE Mİ GİRDİ?

Leyla Güven’in iki yüz gün önce başlattığı açlık grevinin, avukatlarının İmralı Adası’ndan Öcalan’dan getirdikleri “açlık grevi ölümle sonlandırılmamalıdır” mesajı ile bitimi göründü. Abdullah Öcalan’la avukatları ile temas sağlanmıştı. Yani “tecrit” kaldırılmıştı. Daha sonra gelen mesajlarla değerlendirmeler yapıldı ve “Açlık Grevleri amacına ulaştı” öz cümle ile süreç sonlandırıldı. Açlık grevine yatanlar bir bir hastanelere kaldırılmaya başlandı.

Tabi bu sürecin insan ölümleri ile neticelenmemesi sevindirici bir durum.

Başlatılan bu sürecin amacı “Öcalan’a uygulanan tecrit”in kaldırılması idi ki bu siyasi bir talepti, Bu bakımdan amacına ulaştı. Ancak başka siyasi kazanımları da hedefleyen bir süreç miydi bunu bilemiyoruz. Yapılan açıklamalar düşündürücü.

Öcalan, Türkiye’nin hassasiyetleri dikkate alınmalı diyor, Yapılanlar yeni bir müzakere süreci değil, deniyor; 30-40 gün içinde her şey daha netleşecek, deniyor vs…

Şu manzara kafa karıştırıcı bir kere… Netlik yok ve açıklamalar farklı. Müzakere değilse 30-40 günde ne netleşecek? Bu önemli bir soru. Bunun cevabı aslında her şeyi netleştirecek.

Ancak 30-40 sonra kimin lehine netleşme olacak sorusunu da sormak gerekiyor.

Bu karmaşık söylemlere bakılırsa acaba açlık grevlerinin siyasi kazanımlara yol açmaması için mi "çabalar" sarf edildi? Amaç sadece insan ölümlerinin önüne geçmek için bitirilmesi sonucu ortaya çıkmaktadır ki bu hedef küçültme anlamına geliyor. Eğer durum bu ise o zaman akla “Acaba bir el devreye girip de mi açlık grevleri bitirildi?” sorusunu sormadan edemiyoruz. Eğer manzara bu ise avukatları Öcalan ile temas sağladı hepsi o kadar. Zaten güçlü bir kamuoyunun  açlık grevleri için oluşmadığı hem medyada, hem toplumun diğer kesimlerinin ciddi bir desteği görülmedi. Bu nedenle bitirilmesi daha hayırlı oldu gibi.

İnsanca yaşamanın dünyada ve Türkiye’de her açıdan hukuksal güvencede olması temennisiyle…

Saygıyla…