Bugün hoş görünüze sığınarak; farklı bir yazı türü ile karşınızda olmak istedim.;

Örneğin

“Hiçbir hayvan kendi türüne işkence yapmaz.”   

                                       &

Büyük bedeller ödenen, Türk, Kürt, her ulustan ve her inançtan Türkiye halklarının evlatlarının hayatına mal olan bu çatışmaya son vermenin yollarını bulmak gerek, diye düşünüyorum.    

                                          &

Gerçekten değişim istiyorsan önce nefretinden kurtul. Zira nefretin barış getirdiği görülmemiştir. O, ancak yıkar. Barış için en güçlü silah ise sevgi dolu olmaktır. Söyleşmektir, kanımca.

                                         &

Bütün bunların yanında, ben bu sözlerde bir samimiyet, bir gerçekçilik bulamıyorum:

Hele bir bayram geçsin de...

Tamam, sonra konuşuruz...

Döneceğim ben sana...

Mutlaka buluşup muhabbet edelim...

Bir organizasyon yap da gidelim...

Aradım, meşguldün...

Mesajın gelmemiş...

Bir ara bir kahve içelim...

Ben de şimdi tam seni arayacaktım...

Yine buluşalım, çok keyif aldım...

                                        &

Ayrıca;

Ahmet Davutoğlu şöyle dedi:

         “Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa... Birçok insan, insan yüzüne çıkamaz. Bizi bugün eleştirenler insan yüzüne çıkamazlar! Açık söylüyorum. Neden mi? İleride bir gün Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazıldığı zaman en kritik dönemlerden biri 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki dönem olarak yazılacaktır”.

Ahmet Davutoğlu bildiklerini ahlaken ve vicdanen açıklamalı. 7 Haziran - 1 Kasım döneminde neler yaşandığını anlatmalı... diye düşünüyorum kendimce.

                                         &

Şunu unutmayın çamur attığınızda önce sizin ellerinizin kirlendiğini görürsünüz, gerçekler çığlık atar illa gün yüzüne çıkar...

                                           &

Ben gülesiniz diye yazıyorum ama hiçe saymanın da bir bedeli olduğuna inanıyorum.

“Edebiyat öğretmeni çocuklara kelime vermiş, cümle içinde kullanın demiş.

Kelime “yatsınamaz”.

Öğrencinin bir tanesi müthiş bir zekâ örneği göstererek,

“Hava soğuk olduğunda dedem, yatsınamazını evinde kılıyor.” cümlesini tahtaya yazar.”

                                          &

Ben ne diyorum ya;

Yılmaz Güneyin dediği gibi,

Anlayanlar için, dilimi; vefasızlar için yüreğimi yordum…

Son olarak, bugüne kadar Diyarbakır’ı bırakıp gittiler diyenlere bir okuyucumun verdiği cevabı yazıma alarak bu haftalık sizlere veda etmek istiyorum.

“Söylenenlerin çoğu söylemek için söylenen boş sözlerdir boş ver ağabeyim, Diyarbakır'da kültür,ahlak saygının yok edilmesine göz yumanlar, gıkı çıkmayanlar,  yeni kültürler inşa edenler kendilerini sorgulamalıdırlar ... Söyledikleri benim için yok sayılmakta hatta laf ola beri gele den öteye gitmemektedir kalemine sağlık. Yazılarınızdan çok şey öğreniyor, çok şeyden haberdar oluyoruz. Siz Diyarbakır’ı dile getirmeye devam edin.”

                                                 &

Tabi bu arada kirvemi ihmal etmeyelim.

Kirveme öğütler;

Kirvem bak Aziz Nesin ne diyor;

“Irkımı sordu:“İnsan” dedim

 Kıblemi sordu:“İnsan” dedim

Yolumu sordu:“İnsan” dedim

Alışık değildi çekip gitti.”

                                              &

Yarın bizlere; “Sen şimendifer olman gerekirken vagon bile olamadın.” denmemesi dileğiyle

İyi bir haftalar.

Dostça kalın.

Geleceğimizi çalmayın.

Anzele, büyük bir Balıklıgöl haline getirilip, turizme kazandırılsın.

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi MÜZEYE dönüştürülsün.

Suriçi DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ haline getirilsin.

Şehrin eski stadı, ŞEHRİN, ÖZGÜRLÜK MEYDANI olsun.

Daha da önemlisi,

Sur içinde, yakılıp yıkılan bölgelerde evler, aslına uygun ve Diyarbekir evlerine yakışır bir biçimde yapılsın.

Ve sevgili meslektaşlarım, dernek yöneticileri, STK Yöneticileri; Zerzevan Kalesi, Çayönü, Mitras Tapınağı, Kortik Tepe, Hilar Mağaralarını ve Bırkleyn Mağaralarını koruyalım, gün yüzüne çıkaranları sahiplenelim.