Diyarbekir’i sevmek hayatı sevmek kadar önemlidir.

Ancak bu sevmek; “Seni seviyorum” demekle kalmamalıdır. Eh sayende isminden yararlanarak şöhretin basamaklarını tırmanıyoruz bu da bana yeter demekle olmuyor.

Hani bir saçma söz var ya ”Ben hem severim, hem söverim” diye…

Sakın Diyarbakır’ı böyle sevmeyin. Olmaz olsun böyle sevmek.

Diyarbekir ellerinin altında, gözlerinin önünde eriyip giderken, her geçen gün tarih yok edilirken, Diyarbekir çirkinleştirilirken, Diyarbekir’i seviyorum demekle yetinmek, Diyarbekir’e ihanettir. Bütün bu olanlara kulak tıkamak, gözünü yummak ahlaksızlıktır. Kitaplarım bir şekilde satılıyor, kurulu düzenim emeksiz devam ediyor, duymadım görmedim, derim olur biter demek namussuzluğun dik alasıdır. Ben kazancıma bakayım, Diyarbekir için kimselerle kötü olmayayım demek ahlaksızlıktır. Tıpkı Kültür Bakanlığının Diyarbekir’e eski bir sinemayı ihya etmek, bir de yapacakları bir milyon kitap kapasiteli kütüphanenin yerini belirlemek için, vilayette yapılan toplantıda; Diyarbekir’i seviyorum adına, söz alan adı -lazım değil- kişi, “Diyarbekir’e sinema yapmayın kimse gitmez”, bir diğeri ise “Diyarbekir’e kütüphane yapmayın yakarlar” diyen zihniyetteki insanların, Diyarbekir sevgisi bize lazım değil…

Böyle sevgi olmaz olsun…

Diyarbekir sevdalısı; Diyarbekir’den bir taş düştüğünde yüreği yanan, ancak yüreğinin yanmasıyla yetinmeyip, düşen o taşın yerine konulması için, canla başla mücadele edendir.

Bu satırları yazmama neden olanlar; “Gezdim, gördüm, yazıyorum” ana başlığı ile yazdığım üç dizi yazıya verdikleri destek, memnuniyet bildirmeleri ve “Daha bitmemeli bu denli yazı dizileriniz, bitmemeli” diyen sevgili okurlarımdır.

                                                           &

Ayrıca son günlerde Diyarbekir Surları ile ilgili hassasiyet gösteren duyarlı kardeşlerimin sosyal medyadaki “Dünya mirası olan hem ülke, hem de bölge turizmine büyük bir katkısı olan tarihi eserlerimizi korunması için sende bir imza ver” çağrısını okuduğum. Yazıları beni duygulandırdı. Bilsinler ki Diyarbekir için bir çivi olsun çakmak isteyenler; dili, dini, ırkı, siyasi görüşü ne olursa olsun yanlarında olduğumu bilsinler.

Bu nedenle bugün de surlarla yazıma devam etmek kararı aldım.

Amerika 20 Mayıs 1506’da Amerigo Vespucci adlı bir İtalyan tarafından keşfedildi.

Yani beş bin yıllık bir ülke. Diyarbekir ise – Yeni açılan Kent Müzesine dayanarak söylüyorum.- yaklaşık on dört bin yıllık bir kent.

Surları ise yapımı M.Ö. 3000 – 4000 yıllarında Huriler tarafından bugünkü İç Kalenin bulunduğu yerde başlamıştır. Günümüze gelinceye kadar; gelip göçen otuz üç medeniyet tarafından ihtiyaca göre ama mimarlarının duygularını içine katarak ve medeniyetlerin özelliklerini üstüne nakış dokur gibi işleyerek, bugüne kadar gelebilmiştir.

Bugüne kadar yapılmış surların hiç biri Diyarbekir Surları kadar, üzerindeki yazıtları ile oyma resimleri ile burçları ile bezemeleri ile bugüne gelebilmiş değiller.

Kısacası dünyada hiçbir sur Diyarbekir Surları gibi tüm özelliklerini koruyarak günümüze kadar gelebilmiş değiller.

Şimdi diyeceksiniz günümüze kadar geldi de ne oldu. Kıymetini mi bildik?

Haklısınız günümüzde surlara alelade bir taş yapı muamelesi yapılıyor…

Birkaç örnekle bu iddiamıza katkıda bulunalım.

1. Dışarıdan gelenler, o tarihi yapıyı harabeye çevirmek pahasına surlardan taş kopararak gecekondular yapmış; devlet ve belediyeler seyretmekle yetinmiş,

2. Zamanında bir aklı evvel vali gelmiş Diyarbekir’i havalandırmak adına Dağ Kapı Surlarının bir bölümünü yıktırmış.

Surlar taş duvar ya…

3. Gelelim Mardin Kapı’ya… Keçi Burcu’ndan gerçek Mardin Kapısına kadar, akıldışı bir şekilde, yol yapmak adına yıkılmış.

Burayı da devlet ve belediyeler seyretmiş. Ne olacak altı üstü bir taş duvar değil mi!?.

4. Daha dün diyeceğimiz bir zamanda Urfa Kapı’nın iç kısmından taş düşebilir diye; denilene bakılırsa eski kültür müdürü tarafından trafiğe ve yaya geçişine kapatılmış. O gün bu gündür de kapalı. Müthiş bir zeka örneği verilerek hem de masrafsız bir çözüm bulunmuş!..

Devlet seyrediyor, belediye seyrediyor, valiliğin kültür bölümü seyrediyor, belediyenin kültür bölümü seyrediyor.

Hele hele Diyarbekirin rantını yiyen yazar-çizer-şair seyrediyor. Ama sorsan benden daha Diyarbekirseverler!?.

Dünya Ay’ı keşfetti, Merkür’e, Venüs’e gidiyor, biz bir kapıdan düşen taşın çözümünü orayı kapatmakta buluyoruz. Hayret…

Hal bu ki bu surlar bir taş duvar değil, bir taş yığını hiç değil.

Yapanlar uygarlıklarını taşlara kazımış, ruhlarını bu surlara işlemiştir. Bu surların her taşı; tarihe yol gösteren, ışık tutan kitabelerle doludur, altın gerdanlıktır. El biliyor, biz ise yok oluşunu sorumsuzca seyrediyoruz hem de Diyarbekir sevdalısı geçinerek…

5. Fazla detaya girmeden bir de bu restorasyon konusuna kısaca değinelim güncelliğini devam ettiriyor. Bugünlerde tarihi eserlerin restorasyonları yalnızca bir duvar ustalığı ile geçiştirilemez.

Tarihi eser restorasyonları arkeologların, sanat tarihçilerinin ve de tarihçilerin organizasyonu ile yapılır. İnce elenir sık dokunur.

Biz ne yaptık, Diyarbekir Surları’nın restorasyonunda?.. Tarihi yok ettik. Birer tarihi belge olan çok eskiden kalma topla, mancınıkla delinmiş yerleri duvarcı mantığı ile kapattık. Sanki daha dün yapılmış gibi, şimdi mescit olarak kullanılan, Urfa Kapı İtfaiye burcunu onardık…

Bir anlamda tarihe saygı duyulmadan, masrafsız çözüm.

Katlettik beyler katlettik.

Dünya alem hele hele Diyarbekir’i seviyorum diyenler aval aval seyrettik. Dicle Üniversitesi seyretti. Diyarbekir Mimarlar Mühendisler Odası seyretti. Ne yazık ki arkeologlar seyretti. Tıpkı bir aymazın antika eseri kullandığı gibi, teneke muamelesi yaptığı gibi…

Yani o günün mimar ve mühendislerinin Diyarbekir’in boynundaki o dünyanın en değerli gerdanlığı olan surlara işlediği o sanat yok edildi.

Daraldım. Daha fazla yazamayacağım.

Ey değer bilirkişi, kurum ve kuruluşlar ayağı kalkın…

İçerdeki ve de dışarıdaki gerçek Diyarbekir severlerin gözlerinden öpüyorum.

                                     &

Bu arada kirvemi de ihmal etmeyeyim;

Kirveme öğütler;

“Kirvem, iş bilenin kılıç kullananındır.”

Güzel bir hafta dileğiyle,

Dostça kalın…

Geleceğimizi çalmayın.

Anzele, büyük bir Balıklıgöl haline getirilip, turizme kazandırılsın.

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi MÜZEYE dönüştürülsün.

Suriçi DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ haline getirilsin.

Şehrin eski stadı, ŞEHRİN, ÖZGÜRLÜK MEYDANI olsun.

Daha da önemlisi,

Sur içinde, yakılıp yıkılan bölgelerde evler, aslına uygun ve Diyarbekir evlerine yakışır bir biçimde yapılsın.

Ve sevgili meslektaşlarım, dernek yöneticileri, STK Yöneticileri; Zerzevan Kalesi, Çayönü, Mitras Tapınağı, Kortik Tepe, Hilar Mağaralarını ve Bırkleyn Mağaralarını koruyalım, gün yüzüne çıkaranları sahiplenelim.