Dün Sosyolog Mümin Sökmen’in bir tespitini okudum, yakınımızda bulunan Florya Ormanları denilen ağaçlıkta. Biraz oksijen depolayayım istedim. Yazıyı okurken gördüklerim bana bu yazıyı yazdırdı. O an yapacak başka bir şeyim yoktu zaten. Üstat bu yapılanlara “İdrak gecikmesi” diyor yazısında.

Doğanın doğalitesini bozmayacaksın, Dostum.

Doğaya bir annenin evladına baktığı gibi bakacaksın. Bir babanın ailesinin üzerine titrediği gibi doğayı koruyacak, ona zarar vermeyeceksin.

Öyle davranmazsan ne olur? Gelin biraz ucuz düşünelim:

Hiçbir şey olmaz. Hatta kısa vadede doğayla oynamanın keyifli yanları var!

Ormanın tam ortasına ocağı kuracaksın! Mis gibi hazırlanmış; kebapları, biftekleri, tavuk kanatlarını bir güzel pişirelim, kozalaklar fırlıyor sağa sola. Olsun onlar kendiliğinden söner, boş ver! Kokusu ağız sulandıran, bu pişenlerin yanında aslan sütü varsa değme keyfine. Zaten içeceğimiz üç beş düble bir şey. Ormanı eve götürecek değiliz ya. Biraz eğlenip çekip gideceğiz.

Ha, ocak ne olacak mı diyorsunuz? Merak etmeyin bir süre sonra kendiliğinden sönüp gider! Şimdi nereden su bulacağız da ateşe dökeceğiz. Sönmesini bekleyeceğiz. Vs vs...

Bir pazar günü gelmişsin. Bir iki saat dinlenip, eğlenmişsin. Şimdi uğraşılır mı bunlarla? Zaten ateşin feri yok, sönüp gider, az sonra!

Eyvallah bize arkadaş… Biraz kıvır zıvır kaldı ama onları rüzgâr savurur!

Gelecek Pazar buluşmak üzere.

Gelecek Pazar geldiğinizde burnunuza yanık kokuları geliyorsa, çer çöpüyle bıraktığınız ağaçlıklı yeri bulamıyorsanız? Sakın, ormanın farklı bir bölgesine geldiğiniz sanmayın.

Orayı siz yaktınız. Siz yok ettiniz onca güzelliği, ulusal değeri. Vicdan azabı duymanız, esef etmeniz, pişmanlık duyguları yüreğinizi yese bitirse de iş işten geçmiş. Giden geri gelmiyor.

Niye bunları yazdın bu soğuk ayda diyenlerinizi duyar gibiyim.

Gazetelere göz atarken bir gazetenin aynı sayfasında ve yan yana iki haber vardı:

Birincisi; ABD’ de aşırı sıcağa kırk kurban,

İkincisi; Şili’de soğuklar on altı can aldı. Aynı gün.

Bu doğanın intikamı mıdır acaba…

Şapkamızı önümüze koyup düşünelim. Doğaya, ondan aldığımız onca şeylere karşın neler verdik. Hiç. Hep istedik. Hor kullandık. Bozduk. Bitmesi için adeta elimizden geleni yaptık.

Ekolojik dengeleri alt üst ettik.

Hadi bu gün bir ilki başlatalım. Doğanın yıkımına son diyelim. Hor kullanma yetsin artık diyelim.

Biz ormanda ateş yakmayalım. Olur olmaz yere izmarit atmayalım, özetle.

Birazcık olsun günahlarımızı affettirebiliriz belki.

Bey babalar da, insanları bir defada daha çok sayıda öldürmek için, yer altı, yer üstü atom, silah denemeleri yapmasınlar.

Bizim işimiz birazcık kolay: Doğayı sevmek.

Ya beybabaların işi: Onlar hem doğayı sevecekler, hem de insanı sevecekler, öldürmeyecekler. Onların işi biraz zor, değil mi!?

Zor dostum zor.

Bu bir idrak gecikmesidir.

Şimdi sıra haftanın öğüdünde;

Kirvem bak sosyolog Mümin Sekman ne diyor;

“Matbaanın 300 yıl geç geldiği bir topluma, mantık da olması gerekenden, 30 yıl sonra geliyor. Neyin en mantıklı çözüm olduğuna karar vermeden önce 30 yıl kavga ediliyor!

"Coğrafya kaderdir" der, Ibni Haldun, bizim kaderimiz de idrak gecikmesi!”

 İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.

Dostça kalın.

Geleceğimizi çalmayın.

Anzele, büyük bir Balıklıgöl haline getirilip, turizme kazandırılsın.

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi MÜZEYE dönüştürülsün.

Suriçi DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ haline getirilsin.

Şehrin eski stadı, ŞEHRİN, ÖZGÜRLÜK MEYDANI olsun.

Daha da önemlisi,

Sur içinde, yakılıp yıkılan bölgelerde evler, aslına uygun ve Diyarbekir evlerine yakışır bir biçimde yapılsın.

Ve sevgili meslektaşlarım, dernek yöneticileri, STK Yöneticileri; Zerzevan Kalesi, Çayönü, Mitras Tapınağı, Kortik Tepe, Hilar Mağaralarını ve Bırkleyn Mağaralarını koruyalım, gün yüzüne çıkaranları sahiplenelim.