Dünyanın neresinde olursa olsun demokrasi, hukuk ve adalet vaadiyle iktidara gelenler, yıllar içinde diktatörleşerek vaat ettiklerinin iktidarı ve geleceği için tehlike oluşturduğunu düşünerek, bu kez kaşıkla verdiğini kepçeyle almaya başlar ve de belli bir süre sonra o ülkede demokrasi, hukuk, adalet adına neredeyse hiçbir kırıntı kalmaz.

Bu özellikle Ortadoğu ülkeleri için çok daha fazla geçerlidir. Komşumuz Suriye’de Baas Partisi Lideri baba Hafız Esad’la başlayan, oğul Beşşar’la devam eden gelenek, ülkede öyle bir diktatörlük yarattı ki, insanlar nefes alamaz hale geldi.

Ancak, hiçbir baskıcı rejim sonsuza kadar devam etmez ve hiçbir diktatör sonsuza dek iktidarda kalamaz. Suriye’de de bu oldu-oluyor. 2011 Mart’ın da Başkent Şam’da Beşşar Esad yönetimine karşı barışçıl gösterilerle başlayan isyan, dışarıdan müdahalelerle kısa sürede büyüyerek, yerel sonra bölgesel bir savaş olmaktan çıkarak, global bir savaş ve sorun hali aldı.

Bir diktatörün inadı uğruna o dönem 23 milyon nüfuslu ülke, öylesine büyük bir fatura ödedi ve fatura, savaş bitse bile yıllarca ödenmeyle bitmez. Çünkü ülke tarımından, tarihi mekanlarına, yer altı zenginliklerinden yetişmiş insan gücüne kadar öyle büyük bir kayıp verdi ki, bu kayıp kapanacak gibi görünmüyor. Zaten rakamlar da bunun gösteriyor.

Birleşmiş Milletler ve Londra Merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin son rakamlarına göre; savaşta 353 bin 935 kişi hayatını kaybetti. Gerçek rakamın ise, 500 binin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Tespit edilen rakamlara göre hayatını kaybedenlerin 106 bin 390'ı sivillerden oluşuyor. Ve bu sivillerin 19 bin 811'i çocuk, 12 bin 513'ü kadınlardan oluşuyor. Yani her savaşta olduğu gibi bu savaşta da yine en büyük zararı kadın ve çocuklar gördü.

Fransız örgüt Handicap International'a göre de, savaşta toplam 3 milyon kişi yaralandı, 1 milyon 500 bin kişi ise sakat kaldı. Diğer yandan Uluslararası Af Örgütü, 2017 yılında yaptığı açıklamada, Şam yakınlarındaki Saydnaya Cezaevi’nde 2011 ile 2015 yılları arasında yaklaşık 13 bin kişinin asıldığını, 17 bin 700 kişinin de savaş başladıktan bu yana gözaltında öldüğünü tahmin ediyor. Bu da diktatör Beşşar Esed’ın savaş da bile rahat durmadığını, koltuğunu koruma adına gözünü kırpmadan insan ölümlerinin emrini acımasız bir şekilde verdiğini gösteriyor.

Savaşın bir başka yıkıcı boyutu da yerlerinden olan Suriyeliler. Bu rakamında 11 milyonu bulduğu belirtiliyor. Bunlardan 6 milyon 100 bini ülke içinde yerlerinden olurken, 5 milyon 400 bini ise, başta Türkiye olmak üzere Lübnan, Ürdün, Mısır ve Irak’ta bulunuyor.

Son günlerde ülkemizde bulunan 3 milyon 618 bin 624 Suriyeli tartışılır hale geldi. 6 yıl önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Antep'te Suriyelilere hitaben, ‘Sizleri muhacir oldunuz. Mecburiyet içerisinde yurtlarınızı terk ettiniz. Bizler de ensar olduk sizin için tüm imkanlarımızı seferber ettik. Kim ne derse desin sizler bize asla yük değilsiniz’ demişti. Bunun üzerine sınır illerindeki AK Partililer zaman kaybetmeden ellerinde güller ve yiyeceklerle sınıra giderek, Suriyelileri karşılamış ve her biri ensar olmuştu.

Peki, ne oldu da ‘ensarlık bitti ve geri dönüne’ gelindi. Her ne kadar Suriyelilere ödenen paraların büyük bir bölümü Avrupa Birliği ülkelerinden karşılansa bile, ekonominin kötü gidişi, işsizliğin artması, son olarak İstanbul’da iki kez yapılan seçimin kaybedilmesi Suriyelilere bağlandı.

Tabi ki tek neden bunlar değil. Daha derin politik nedenler bulunuyor. Her ne kadar ülkemizde yazılıp-çizilmese de dünya kamuoyunda bunlar yazılıp-çiziliyor, önemli iddialar öne sürülüyor. Bu iddialardan bazıları Türkiye’nin Suriyelileri Avrupa Birliği’ne karşı kullandığı, Özgür Suriye Ordusu içinde değerlendirdiği ve son olarak da 30 ile 40 kilometre derinliğinde güvenlik bir bölge oluşturulmasını isteyerek, hem olası bir Kürt koridorundan kurtulmuş olacak, hem de bu bölgenin kontrolü Amerika Birleşik Devletleriyle elinde bulunduracak. Bu iddiayı da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun 329 bin Suriyeliyi  Fırat Kalkanı operasyonun da ele geçirilen bölgelere gönderildiğini söylemesini örnek gösteriyorlar.

Biliyorsunuz İstanbul’da ÖZGÜRDER, Mülteci Hakları Derneği, MAZLUMDER ve Hukukçular Derneği'nin, İstanbul Valiliğinin kentte kayıtlı olmayan Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesi kararını protesto etmek amacıyla Saraçhane'de yaptığı eylemi, bir grup protesto ederek, ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sloganları atarak, ensarlık döneminin kapandığını, milliyetçilik döneminin başladığını gösterdi.

Sevgiyle kalın.