Gece puslu ve ayaza gebeydi. Titreyen vücudumu ısıtan bir hikaye vardı içimde. Hikayenin özlemli ruh halindeydim. Geceydi ve özlemlere dair duygular sarmıştı beni. Bir sana bakayım, hal hatır sorayım diye kapını çaldım.. Üşümüş gibi bir halin vardı. Belli ki, aynı duyguları yaşıyorduk. Titriyordun benim gibi. Ama gözlerindeki ışıltıdan anladım ki sımsıcaktı hikayemiz.

Bu hikayenin nostaljik halini bozmak istemezdim. Belki de bozmak istiyorduk bilmiyorum. Bütün yitirilmişliklerin içinden bir inanç doğurmak istiyordun kendine.

Çocukken mutlu olmak ne kolaydı, mutsuzken kolay mutlu olurduk bir şeker aldığımızda. Seni üzen yalanın ardına umursamadan, mutlu son bulan şekerini bitirme çabasında olurdun. Arkadaşınla kavga ettiğinde bir arkadaş kaybettim demeden başka bir arkadaş arardın kendine. Sana atılan tokatlardan bir tek bedenin haberdar olurdu... Ruhun unutur giderdi, başını yastığa koyduğun andan itibaren. Şimdilerde ne bir şeker, ne de bir güzel söz seni mutlu edebiliyor... Artık çocuk değilsin. Yalanı, gözlerde okuyabiliyorsun. Kandırılmıyorsun çünkü artık hiç inanmıyorsun... Şaşırmıyorsun çünkü her şey olabilir diyorsun...

Yine de alışamıyorsun bütün bu gerçeklere ve üzülüyorsun. Samimiyetsizlikten, ihanete uğramaktan, düşüyorsun söylenen bütün yalanların peşine. Ruhun o kadar çok acıtılmış ki, büyük bir korku yer almış içinde ve uzaklaşıyorsun herkesten. Bir an önce evine girmek için can atıyorsun. Gizleniyorsun sığınağında. Kalabalıklardan bunalımlar geçirir gibi renk atıyor yüzün. Doğru yerin evin olduğunu biliyorsun. Yine kapın açık seni bekliyor, en güzel misafiri ağırlar gibi kendine hizmet ediyorsun. Bazen aklına güzel bir anın geliyor, gülüyorsun. Birileri yanındaymış gibi bir iki kelime ediyorsun kendi kendine.

Dışarıya çıkarken maske taktığına inanır gibisin, çok sürmüyor sıkılıyorsun. Başkalarının yanında bu maskeye gerek duyuyorsun. Evine gelir gelmez çıkartman gereken bir masken hiç olmuyor. Yolda, sokakta, kalabalıkta, onlara bırakıyorsun bir başka sefere kadar. Bir iltifat bile olsa seni üzecekmiş gibi duymak istemiyorsun söylenecek güzel bir sözü. Dokunsalar bedenine tecavüz edileceğinden korkuyorsun. Yitirmişsin bütün güvenini. Belli ki çok korkmuşsun insanlıktan, insan olandan... Oysaki herkes kötü değildir. Her şeye rağmen unutmuyorsun sendeki etkileri. Her arkadaş terk etmez, her eş ihanet etmez diyorsun kendine... Ah, keşke inansan söylediklerine! Yalnızlığını yok edebilmek ve yaşamına paylaşım katmak adına, sadece teselli veriyorsun kendine derin bir offf çekmek yerine. Geçenlerde yıllar önce çekilen eski resimlerine baktım içimden ve şöyle uzun bir offf geçirdim... Yüzünün güzelliğini, gülüşünü güneş gibi ışık saçan bakışlarını ne kadar da özlemişim. Ne kadar da bilinmez mutluluklar içinde yaşıyormuşsun... Tahmin edilemeyecek uçurumlardan nasıl da kurtarmışsın kendini. Biçimsiz kayalıklardan şöyle bir sana baktım, bir de kendime. Nasıl oldu da sen benden gittin... Nasıl oldu da sana bu kadar uzağım, yabancıyım, hasretim.

Nerde kaldı eski deli dolu çılgın gülüşlerin, nerde kaldı... O masum yüzünün altında incitmeye korkan sen. Kaldı mı senden eskiye benzer bir eser, kaldı mı senden gecelerini aydınlatacak bir yıldız? Zaman mıydı seni benden koparan; insan mıydı seni kendinden yoksun bırakan... Yoksa sen miydin kendinden kaçan, yeni bir ben bulmaya yol alan... Sana bakarken hep suskundun. Konuşacak kimse yok muydu yoksa yanında, sessizlik miydi seni korkutan, yoksa sen misin kendinden korkan, yoksa gerçekten aradığın huzuru buluyor musun içinde?

Sen nasıl bir insansın gibisine hem kızdım, hem gurur duydum seninle... Önce gülümsedin ve mutluluk duymuştun, aynayı kendine dost edindiğine sonra bakışlarında bir hüzün rüzgarı esti... İlk kez direnmedin kendine. Dolmuştun ve sonra kendi nehrinden izin verdin gelişlerine... Gözyaşların sınırsız yol aldılar özgürce yanağından aşağıya doğru aktılar. Yalnızlığında seni asla yalnız bırakmayacaklarına, samimiyetine kendin kadar samimi duyduğun gözyaşların çok olmadan kurudu üşüyen bedeninin sıcaklığında...