Ahmet Sümbül / Yazı Dizisi (1)

Güneydoğu Ekspres Diyarbakır  - Yıllardır tartışmalara neden olan Ilısu Barajı altında kalacak olan Hasankeyf için sonun başlangıcına gelindi. Geçen Kasım ayında tarihi Hasankeyf boşaltıldı. Baraj altında kalacak olan ev sahipleri ilçeyi terk etti. Hasankeyf kalesinin hemen altında bulunan esnaflar da buradan ayrılmak zorunda kaldı. Batman Valiliği tarafından sular altında kalacağı için Hasankeyf kalesi ve çevresindeki bölgeye giriş-çıkışlar yasaklandı.

Valiliğin bu kararı ile 12 bin yıllık geçmişe sahip olan antik Hasankeyf'in de kaderi belirlenmiş oldu. İlçenin izole edilmesi sonrasında Ilısu Barajı'nda su tutulmaya başlanmasıyla artık Hasankeyf için yapacak bir şey de kalmamış oldu. Uzmanlarca 50 yıllık ömür biçilen Ilısu Barajı'nın en geç iki yılda su tutması planlanıyor. Barajın tam olarak su tutması sonrasında Hasankeyf'in büyük kısmının bir yıl içinde sular altında kalacağı tahmin ediliyor.

Antik çağdan kalan tek yer

Geçen ay Hasankeyf çarşısının yıkılması ile birlikte tarihi Hasankeyf ilçesi ulaşıma kapatıldı ve kaderi belirlenmiş oldu.  2 yıl içinde Ilısu Barajı'nın su tutması ile birlikte Hasankeyf artık sular altında kalmış olacak. Hasankeyf'i sular altında bırakacak projeye imza atanların savunduğu gibi, Hasankeyf iddia edildiği gibi birkaç taş ve mağaradan ibaret değildir.

Hasankeyf 12 bin yıllık antik bir kent, Dicle Nehri’nin kıyısında medeniyetlere ev sahipliği yapmış muhteşem bir açık hava müzesi idi. Kurulduğu binlerce yıl öncesinden bugüne kadar kesintisiz mesken edinimli olan Hasankeyf,  Anadolu/Mezopotamya'da antik ve ortaçağdan büyük oranda ayakta kalan tek yerdir.

Kazılar tamamlanmadan sular altında kaldı

Dicle Nehri üzerinde Batman'ın Hasankeyf ile Mardin'in Dargeçit ilçeleri arasını kapsayan Ilısu Barajı’nın yapımı antik Hasankeyf'i sular altına bırakırken, aynı zamanda yüzlerce yıl ayakta bulunan cami, medrese, külliye, han, hamam, darphane, mescit, mezarlık gibi alanlar da sular altında kalacak.

Kültür Bakanlığı'nın yazılı envanterine giren ancak halen yeri tespit bile edilemeyen onlarca dini ve kültürel yapı da barajla birlikte sular altına gömülecek. Uzmanlar,  yıllardır bu antik kentte yapılan kazılarda dini, tarihi ve kültürel eserlerin ancak yüzde 40'ının ortaya çıkarılabildiğini, yer altında kalan bu mirasın ise sular altında kalacağını belirtiyor.

Romalılar stratejik önem kazandırdı

Hasankeyf, tarihsel adıyla "HasnoDkefo", Dicle Nehri kenarında olması nedeniyle hep önemli bir geçiş noktası olmuş ve stratejik değere sahip olmuştur. Hasankeyf höyüğünde yapılan çalışmalarda neolitik döneme ait arkeolojik buluntulara rastlanması burasının sürekli yerleşim gördüğünü göstermektedir. Hasankeyf, mevcut bulgulara göre Milattan Önce 3. ve 2. binyıllarda çok ön plana çıkmamış ve kayıtlara az geçmiştir. Romalıların gelmesiyle Hasankeyf stratejik bir önem kazanmış. Hasankeyf, Romalıların Part ve Sasanilere karşı en doğu kalesi oldu ve büyük kayanın üzerinde bir kale inşa edildi. Ancak yine de birçok defa el değiştirdi. Hristiyanlığın bölgede yayılmaya başlamasından sonra Hasankeyf Asuri-Süryani Episkoposluğunun merkezi durumuna geldi ve Kardinal unvanına sahip oldu.

Artukluların başkentiydi

Milattan Sonra 640 yılında İslam orduları bütün bölgeyi ele geçirdikten sonra Hasankeyf’e sırasıyla Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler ve Mervaniler egemen oldu, ta ki 1102 yılında Artuklular tarafından ele geçirilene kadar. 1232 yılına kadar Artukluların başkentliğini yapan Hasankeyf en parlak dönemini bu tarihlerde yaşadı. Bu dönemde yerleşim daha da büyüdü, köprü büyütüldü ve Ortaçağ’ın en büyük taş köprüleri arasına girdi, saraylar ve darphane kuruldu. 1232’de Eyyubiler Hasankeyf’i ele geçirince bu dönem devam etti, ancak 1260 yılında gelip her yeri ele geçiren Moğollar burada da büyük tahribata neden oldular.

19. Yüzyıla kadar önemini korudu

Tarihi belgelere göre Hasankeyf’te Ortaçağ’ın sonuna doğru nüfusun çoğunluğu Hristiyandı. Sırasıyla Hurri-Mitaniler, Assurlar, Urartular, Medler, Persler, Romalılar, Bizanslar, Emeviler, Abbasiler, Selçuklar, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlıların hüküm sürdüğü Hasankeyf’te en az 20 doğu ve batı kültürü iz bırakmıştır. 12. yüzyılda Artuklulara başkentlik yapan bu kent demir para basılan bir darphaneye, İpek yolunun geçtiği gösterişli bir taş köprüye sahipti.

Hasankeyf’teki zanaatkarlık 20. yüzyıla kadar çok gelişkindi ve ürünler Mezopotamya’nın ortalarına kadar satılıyordu. Bu şehirde, Ortaçağ’dan 20. yüzyılın ortasına kadar sürekli en az 10 bin insan yaşıyordu ve 19. yüzyıla kadar bölgenin büyük yerleşim birimleri arasında yerini alıyordu.

Bismil ilçesinin köyleri de etkilenecek

Dicle kıyılarından kurulan Hasankeyf antik kenti bir dönem Moğollar tarafından talan edilse de, medeniyetler beşiği olma özelliğinden bir şey yitirmemiş, her medeniyetin kendisine sunduğu değerlerle günümüze kadar gelebilmişti.

Ilısu Baraj Projesi'nin tamamlanması ile sadece Hasankeyf değil, 250'ye yakın höyük ve 6 bine yakın mağara, tarihi camiler, minareler, kilise kalıntıları, sahabe kabirleri, türbeler, tarihi köprüler gibi eşsiz değerler sular altında kalmış olacak.

Hasankeyf ilçesinin yüzde 90 gibi büyük bölümü barajdan etkilenecek, aralarında köy ve mezraların da bulunduğu 199 yerleşim yeri sular altında kalacak. Sular altında kalacak yerleşim yerleri Batman’ın Beşiri, Hasankeyf ve Gercüş ilçeleri, Diyarbakır’ın Bismil ilçesi, Siirt’in Merkez, Kurtalan ve Eruh ilçeleri; Şırnak’ın Güçlükonak ilçesi ile Mardin’in Dargeçit ilçesine bağlı köy ve mezralardır.

Hasankeyf'in kaderi 1954 yılında masaya yatırıldı

Hasankeyf’in yok edilmesini öngören ve Dicle Nehri üzerinde planlanan Ilısu Barajı ve Hidroelekrik Santralı Projesi’nin etüt çalışmaları 1954 yılında başlayıp 1982 yılında GAP projesi çerçevesinde kabul edildi. Ilısu Projesi oldukça uzun bir süredir tartışılsa da, asıl olarak dönemin hükümeti tarafından 1996/1997 yılında yatırım programına alındıktan sonra gündeme geldi.

Batman, Siirt, Diyarbakır, Mardin ve Şırnak illerini etkileyecek, kültürel miras, çevre/ekoloji ve sosyal yapıya olumsuz etkilere neden olacak olan bu baraj projesi ulusal yasalar ve uluslararası anlaşmalar gözardı edilerek planlandı. Ocak 2006’dan itibaren oluşturulan ”Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi” bünyesinde çeşitli sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve yerel yöneticileri alarak projeye karşı eleştirel bir hareket başlattı.

Türkiye ve dünyadaki çevre örgütü ve sivil toplum kuruluşlarının da desteğini alan bu girişim sayısız defa basın açıklaması yaparak, eylem yaparak ve raporlar hazırlayarak Hasankeyf'in sular altında kalmasına karşı çıktı. Ancak tüm protesto ve eleştirilere rağmen, Ilısu Barajı projesinden geri adım atmayan hükümetler, maalesef Hasankeyf'i sulara gömdü.

Sadece yüzde 40'ında yüzey araştırması yapıldı

Ilısu barajının planlandığı bölge uygarlık tarihi açısından son derece önemli olan Yukarı Mezopotamya bölgesidir. İlk yerleşim yerlerinden biri olarak kabul edilen bu bölgede resmi verilere göre Hasankeyf de dahil toplam 289 arkeolojik SİT alanı bulunmaktadır ve bu bölgenin sadece yüzde  40’ında yüzey araştırması yapılmıştır. Bu araştırma tamamlanabilseydi eğer, SİT alanı sayısının, şimdikinin en az iki katına çıkması bekleniyordu.

12 bin yılda onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış olan antik Hasankeyf kenti, UNESCO'nun kültürel miras kriterlerinin tamamına yakınına sahip iken, yok edilmesine karşı ciddi bir direnç gösterilmedi. Anadolu/Mezopotamya'da antik ve Ortaçağ'dan büyük oranda ayakta kalan tek yer olan Hasankeyf'i artık sadece belgesellerde yada fotoğraflarda görebileceğiz artık.

Ekolojik denge bozulacak

Ilısu Projesi'nin hayata geçirilmesi, ekolojik dengeye de büyük zarar verecektir. Bir çok çevre kuruluşuna göre, Dicle Vadisi bölgesindeki ekosistem burada yaşayan bitki ve hayvanları açısından birinci derecede önemlidir. Yapılan araştırmalara göre yalnızca Hasankeyf ve 12 km’lik uzunluğunda batı çevresini kapsayan bölgede 123 kuş türü gözlenmiştir.

Olumsuz etkiler, baraj göllerinin karasal alanları işgal ederek, buralarda yaşayan canlıların yaşam alanlarını yok etmesiyle sınırlı kalmamaktadır. Akarsu sistemleri, barajlarla büyük durgun su birikintilerine dönüşmekte, akarsuya uyum sağlamış bitki ve hayvan türleri ya ani bir şekilde ya da zaman içerisinde yavaş yavaş azalarak yok olmakta. Bu değişim sürecinde çeşitlilik hayvan ve bitki açısından büyük oranda azalmaktadır.

Bulaşıcı hastalık riski

Uzmanlara göre, barajın inşa edilmesiyle meydana gelecek su kalitesindeki düşüş ve nem artışı tropikal hastalıkları yaygınlaştıracak, atık suların aktığı durağan gölün kıyı bölgelerinde ve suyun zaman zaman geri çekilmesi sonucu biyolojik ve kimyasal atıklarla kaplanmış büyük alanlarda çok sayıda tehlikeli hastalık taşıyabilecek böcek ve sinek türemesine neden olacaktır. Haliyle enfeksiyonal hastalıkların da bir kaç yılda yaygınlaşmasını beraberinde getirecek.

İklimde değişiklik oluşacak

Su kalitesindeki düşüş Dicle Nehrinde balık çeşit ve sayılarının azalmasıyla balıkçılıkla geçinen insanların geçim kaynağı yok edilecektir. Oluşacak göl ile bölgesel iklimde de hissedilir değişiklikler ortaya çıkacaktır. Nem oranın düşük olduğu bir bölgede 313 kilometrekarelik suni bir gölün oluşması tüm vadide ciddi iklimsel farlılıklara yol açacak, bu durum baraj gölünün oluşturulacağı vadide, daha önce inşa edilen Keban Baraj'ı örneğinde olduğu gibi, var olan meşe ve palamut ormanlarının kısa-orta vadede kaybolmasına neden olacaktır. (Sürecek)

Editör: TE Bilişim