Bekir GÜNEŞ/ÖZEL HABER

GÜNEYDOĞU EKSPRES  Daha önce Refah Partisi ve Fazilet Partisi gibi partilerde siyaset yapan ve 3 dönem de HDP'den milletvekili olan Altan Tan, 1 yıllık suskunluğunu bozdu. Tan, 1 yıldır neden medyadan uzak olduğunu ve yaşanan son süreci değerlendirdi.

-Altan Tan 1 yıldır neden hiç yok?

Öncelikle ben bir yıldır Diyarbakır'dayım. Ben 3 dönem milletvekilliği yaptığım dönemde de evimi Ankara'ya götürmedim, orada misafirhanelerde ve otellerde kaldım. Belki de verdiğim en isabetli kararlardan biridir, şimdi öyle değerlendiriyorum. Dolayısıyla tekrar evime döndüm Diyarbakır'a döndüm. Niye yokum?

Bunun iki sebebi var. Birincisi eğer piyasaya sürdüğünüz ürünün veya halk tabiriyle malın alıcısı yoksa müşterisi yoksa siz ne kadar bağırıp çağırırsanız, feryat figan ederseniz de boşuna bağırıp çağırmış olursunuz. Peki, bu son bir yıldır, hatta iki yıldır bizim müşterimiz yoktu. Yani hendeklerden başlayan dönemden itibaren. Hem AK Parti cenahından, hem Kürt cenahından biz ne yaparsak yapalım oyumuzu alıyoruz, dolayısıyla bir yanlış yapmıyoruz, halk da bundan memnun diyen bir Türkiye siyasetinde, Kürt siyasetinde ve AKP'de de vardı. Böyle diyen bir kitle vardı. Onun için söylediğimiz sözlerin büyük bir bölümünün karşılığı yoktu, yani müşterisi yoktu. 

İkinci sebep zaten medyanın durumu ortada, iktidar medyasında ben ve benim gibi konuşan kimse çıkamıyor. Sadece ben değil. Diyeceksiniz peki muhalif medyada niye yoksunuz, Fox'ta, Halk TV'de, Saadet Partisi'nin TV 5'inde niye yoksunuz? Enteresan bir şekilde oralar da kapalı ne olduysa ne yaptıysak. Ne yapmışsak da geçmişte bir şeyler yapmışız herhalde. Dolayısıyla hem yol kapalı, hem de söyleyeceklerimizi dinleyecekler olmadığı için müşterisi olmadığı için dedik ki biraz susalım, dinleyelim görelim.

Ama İstanbul seçimleri bir milat oldu. Türkiye'deki bütün taşlar yerinden oynadı. Artık Türkiye siyasetinde de, Kürt siyasetinde de, Ortadoğu siyasetinde de, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Yeni bir dönem açılıyor, artık bu dönemde bizim de söyleyeceklerimiz var. Bugün daha fazla dinleyici bulabileceğimizi ön görüyorum tahmin ediyorum.

- İstanbul seçimlerinde AK Parti niye kaybetti?

Buna farklı metaforlarla cevap verebilirim. Bardağı taşıran son damla oldu. Heyelan da böyle bir şeydir. Üçüncü bir metafor ise Nasrettin Hoca'nın eşeğini terbiye etme metaforu var. İşte çok saman yiyor, ot yiyor demiş bunu azaltmış, her azalttığında da hayvanda çok ciddi bir farklılık görmemiş. Öyle bir noktaya gelmiş ki, demiş artık ben buna yem de vermezsem bu yaşar.  24 saat sonra gelip bakmış ki dört nal havada, eşek gitmiş. Ya demiş ki bir gün daha yaşayabilseydi alışmıştı falan diye. Şimdi sosyal olaylar da böyle. Çok farklı metaforlarla bunları anlatabiliriz. Bir şeyler birikti ve 31 Mart'a patladı. Tabi arkasında iktidarın bundan ders almaması ısrarla eski inadını devam ettirmesi ikinci bir büyük tepkiyi getirdi. İşte 23 Haziran seçimlerinde Osmanlı tokadı dedikleri bir tokat attı halk.

- İstanbul seçimlerinde HDP ve Kürt oyları etkili oldu mu?

Mutlaka oldu. 31 Mart sonrası yapılan anket araştırma ve değerlendirmelerde de Kürt oyları, çünkü Kürt oyları derken bir HDP'liler, bir de AKP içindeki Kürtlerin oyları kastediliyor. Kürt seçmenlerin neredeyse yüzde 99'u, AKP'ye oy verenlerin de neredeyse yüzde 50'si ya sandığa gitmedi, ya da gidip İmamoğlu'na oy verdi. Özelikle AK Partililer için bu sandığa gitmeme olayı var. Dolaysıyla Kürtlerin oyu zaten 31 Mart'a sandığa girmişti. Bu 800 bin oy onlarla izah edilebilecek bir şey değil. Kürtler 31 Mart'a gidip İmamoğlu'na oy verdi, belki ilk sefer gitmeyenlerin bir bölümü ikinci sefer gidip oy verdi.  Ama fark açısından söylüyorum, bu 800 bin değil. Dolayısıyla Kürtlerin oyları büyük bir oranda belirleyici olmuştur. Kürtler sayesinde tırnak içinde diyorum, artı oy olarak Ekrem İmamoğlu seçimi kazanmıştır. Ama bu ikinci seçimdeki 800 bin oy farkı daha başka bir şeydir. Kürtlerin dışında bu gidişattan rahatsız ciddi bir kitle var. Bunun içinde Karadenizli bir kitle de var. Hatta bir kısım MHP'li seçmen de var.

- Siz İmralı'ya da gitmiştiniz daha önce. Öcalan'ın seçimden önce gelen mektubunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi bunun kabaca iki boyutu var. Bir; hükümet, AK Parti ve sayın Cumhurbaşkanı güvenilirliğini kaybetti. Bir gün çıkıp işte Türkiye'de Kürdistan mı var, yallah Kürdistan'a diyeceksiniz, bir gün Binali Yıldırım Diyarbakır'a gelecek Kürdistan'dan bahsedecek. Birinci Meclisteki Kürdistan milletvekillerinden bahsedecek ki onda da yanlış bilgiler var bir sürü. Birincisi güvenilirlik, inandırıcılık ortadan kalktı. Yani Kürt seçmen açısından söylüyorum. Bu güvenilirlik ve inandırıcılığının kaybedilmesinin önemli bir iki parametresi var. Bunlardan bir tanesi çok sık değişen dil, bir gün işte sizi okşayan bir dil, bir gün ise işte yallah Kürdistan orada diyen bir dil. Bir diğeri de bölgedeki AKP'nin aktörleri. Kürtlerin dilleri ile kültürleri ile tarihleri ile hiçbir alakası olmayan nereden geldikleri, nasıl ortaya çıktıkları meçhul bir sürü insanın en ön sıralarda yer alması. Yani teşkilatlarda, milletvekili ve belediye başkanlığı adaylıklarında ön sıralarda olması, bu inandırıcılığı tamamen ortadan kaldırdı.

İkinci bir sebep ise günü birlik çözümler. Yani bir çocuk gibi görmek halkı. İşte seçime 3 gün kala bir mektup oradan getirmek. O mektup nasıl geldi, niye geldi, Öcalan hangi şartlarda dedi, e dedi de bundan sonra bu iş nereye gidecek, bunların hiçbirisinin ön hazırlığını yapmadan işte tıpkı bir çocuğun eline lolipop verilmesi gibi. İşte lolipopu bilmeyenler olur başka bir tabirle elma şekeri vererek, işte başını sıvazlayarak hadi gel bu işi yapalım. İşte bu da inandırıcılıkla bağlantılı ikinci en önemli sorun. Sorunları sürekli basite indirgemek kolaya indirgemek, karşıdakini çok basit zekalı gören, hatta zekasız gören bir yaklaşım. Tabi kitle buna itibar etmedi. Tabi bu Öcalan'dan hani şartlarda geldi, niye geldi, nasıl geldi. Ben biraz bu işleri bilen birisiyim ama bu tartışmayı bir yana bırakın. İnanın Kandil'de tarafsız kalın deseydi halk yine bildiğini yapacaktı.

Yeni bir hikayeye ihtiyaç var

- Bir tarafta Ahmet Davutoğlu diğer bir tarafta ise Gül ve Babacan. Siz bu kişilerden hangi tarafın parti kurma sürecini daha güçlü görüyorsunuz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi buraya gelmeden önce bir tespite bulunmak lazım, bir ihtiyaç var mı yok mu? İşte Cumhurbaşkanı çıkıp diyor ki daha önce de partiden ayrılanlar oldu, parti kurmaya çalıştılar ama hiçbiri başarılı olmadı. İşte hatırlıyorsanız Erkan Mumcu hadisesi var. Daha sonra Abdüllatif Şener, Ertuğrul Günay var parti kurmadı ama bakanlıktan muhalefete geçen biri. Ertuğrul Yalçınbayır var farklı gerekçelerle. İşte bu sayıyı daha da artırabiliriz. Mir Dengir Fırat var çok sayıda insan var. Muhalefet olan dışarı çıkan ve dışarı çıktıktan sonra parti kuranlar da var birkaç tanesi içinde. Şimdi bu arkadaşlarımız niye muhalefet ettiler, niye partiden ayrıldılar, parti içindeyken muhalefet yaptılar mı, yapmadılar mı, yani Bülent Arınç gibi bir gün eleştiren, bir gün muhalif konumuna mı düştüler bunlar ayrı bir tartışma konusu. Bunlar siyasetin polemik inceleme konusu. Ama asıl sorulacak soru şu, siyasete yeni bir kana, yeni bir kanala yeni ve bir hikayeye ihtiyaç var mı?

Bana sorarsanız var. Niye çünkü AK Parti iktidara geldiğinde geçmişe dönük ulusalcı, laikçi kelimesi biliyorsunuz gramer olarak doğru bir kelime değil. Yani laik ayrı bir şey, laikçilik ayrı bir şey. Laiklik herkese zorla dayatılan, zorla yaşam şeklini değiştiren baskıya ve totaliter bir anlayışa döndüren zihniyete laikçilik diyoruz. Yani ulusalcı laikçi baskılar var. Ekonomi kötüye gidiyor. O dönemin kadroları ne dedi, bu iş böyle gitmez Türkiye'de barışa ihtiyaç var, iç barışa ihtiyaç var. Dış dünya ile iyi diyaloglara ihtiyaç var. İçeride ciddi bir ekonomik kalkınmaya ihtiyaç var. Refahın paylaşılmasına ihtiyaç var. İşte Avrupa Birliği'ne girmek gerekir. İşte Erbakan'la ayrı düştükleri en önemli konulardan biri de bu Avrupa Birliği meselesi, Avrupa ile Amerika ile ilişkiler.

Dönüm noktası Arap Baharı

Fakat İktidara geldiklerinde bu süreç sürekli böyle devam etmedi. İşte ilk birkaç yıl bunların birkaç tanesi gerçekleşti, bazı haklar özgürlükler, toplumsal barış, ekonomik iyileşme ama  bunun dönüm noktası Arap Baharı oldu. 2010 yılında Tunus'ta başlayan Arap Baharı hem Ortadoğu'nun, hem Türkiye'nin, hem de AKP'nin bütün kimyasını bozdu. AK Parti, bir güç vehmederek kendinde Avrupa ile Amerika ile NATO ile batı dünyası ile yollarını ayırarak tek başına bir aktör olma yoluna girdi. Peki bu doğru bir yol muydu, doğru şekilde yapsaydı doğruydu. Ama yanlış şekilde yapıldı. Altyapısı olmadan, bir hazırlık olmadan, ekonomik iyileşmeler olmadan yani gücünüzün ve takatinizin ötesinde işlere girdiğiniz an bir de yanlış girdiğiniz an. Mesele en başta Suriye politikası bütün her şey berbat oldu. İşte o süreçten sonra Batı ile Amerika ile Avrupa ile NATO ile işte küresel güçlerle ilişkiler bozuldu.

Bu bozulmalarla birlikte Suriye'de Irak'ta yanlış işlere girildi. Paramiliter güçlerle askeri operasyonlarla falan daha farklı kulvarlara girildi, bir başka programda daha uzunca konuşabiliriz belki. Arkasından ekonomi bozuldu bu dengelerle. Dışarıdan gelen 450 milyar deniliyor, 500 milyar dolara yakın dış kredi imkan işte yatırıma, tevşihe, kültüre, ziraata, hayvancılığa sanayiye, orta sanayiye, dış ticarete harcanacağına işte buna inşaat ekonomisi dediğimiz sahalara verildi ve bunlarla ilgili en az 9-10 konuşma genel kurulda yaptım.

Herkes sarhoş, herkes memnun

Kimse dinlemedi, dediğim gibi herkes sarhoş, herkes memnun, işte yollar yapılıyor, köprüler yapılıyor bunlar da kalkmışlar hikaye okuyorlar denildi. Son dönemlerde susma sebeplerimizden biri o. Ama bugün görüldü ki bunlar yanlış. Yani dış politika yanlış, Ortadoğu politikası yanlış, inşaat ekonomisi yanlış, bir de bu yanlışlar yapılırken iki büyük koz geçti iktidarın eline. 

Bunlardan birisi PKK'nin hendeklerle başlayan Türkiye'yi Ortadoğulaştırma veya bölgeyi Diyarbakır'ı, Nusaybin'i Cizre'yi, Viranşehir'i Rakka’laştırma, Haleb'e çevirme, Musul'a çevirme operasyonu yani iç savaş senaryoları. PKK, Türkiye'de bir iç savaş çıkarmak istedi. Ve sebebini kimseye izah edemeyeceği bir şekilde. Buna karşı çıkanlar da bizim gibi diskalifiye edildi. Feryat figan ettik, anlattık, bağırdık, çağırdık bu yol yol değil, gidişat gidişat değil dedik, ama kimse dinlemedi. PKK, iç savaş çıkarmak isteyince bu hendekler, barikatlar, çatışmalarla Gülen Cemaati de işte NATO bağlantısı olduğu da şuan söyleniyor bir darbe girişiminde bulundu. Bir taraf iç savaş bir taraf da darbeye gidince iktidar tamamen işte daha güvenlikçi daha sert işlere girmek zorunda kaldı. Bir yerden sonra da işte Nasrettin Hoca hikayesi gibi ne yapsam sonu yok, haksız hukuksuz görevden almalar, Kanun Hükmünde Kararnameler...

Bir partiden çok şu anki durumu yani ihtiyaç var mı yok mu? Bunu bir doğru anlamak lazım. Şuan Türkiye geldiği noktada bu şekliyle daha ileriye gidemez. Milli gelir 12 bin dolardan 8 bin küsür dolara inmiş, patinaja girmiş 6-7 senedir buradan çıkamıyor, dış borçlarını ödeyemiyor, yeni yatırımlar devlet de özel sektör de yapamıyor. Banka kredi faizleri yüzde 30'un üzerinde bugün Türkiye'de yüzde 30 kazanan bir sektör yok. Sayın Cumhurbaşkanı da söylüyor, işte ancak uyuşturucu ile esrarla eroinle bu işi yapabilirsiniz hata yapamazsınız. Peki o zaman gereğini yapın. Antep 7 milyar dolar ihracat yapıyordu tek başına, şuan Suriye kapalı Kürdistan'la sorunlar var, Irak'a gidemiyorsunuz, Suudi Arabistan'la, Birleşik Arap Emirlikleri ile Ortadoğu kapalı, Mısır kapalı, bu 7 milyar doları kime satacak nasıl satacak. İnşaat sektörü olduğu gibi çöktü. Otomobil sektörü çöktü. Dolayısıyla ekonomik olarak da kültürel olarak da, siyasi olarak da, Kürt meselesi olarak da Ortadoğu'da artık bundan ötesine Türkiye gidemez yeni bir hikaye lazım. İşte bu yeni hikayeyi kim yazarsa yeni parti yeni siyasi oluşum o. Yeni hikaye ne? 

İç ve dış barış

Kabaca iki başlık. Bir iç barış, iki dış barış. Önce Türkiye'nin içindeki ayrıştırmacı, çatıştırmacı, bölücü, itici, kırıcı dil terk edilecek. Mesele bu son seçimde İmamoğlu başarısının altında en önemli olarak bu dil yatıyor. Ama sayın Cumhurbaşkanı halen de eski dilin para ettiğini düşünüyor. Dil değişecek, laik dindar gerilimi bitecek. Kürt meselesi bir çözüme oturacak. İnsan hak ve özgürlükleri garanti altına alınacak. Hukuk ve eğitim reformu olacak. Yani taşlar yerli yerinde oturacak içerde iç barış dediğim bu. Dış barış dediğim tamam körü körüne NATO'ya Avrupa'ya Amerika'ya bağlı olmayın Rusya ve Çin’le de ilişkide bulunun ama bir gün Rus'un uçağını düşürüp 6-8 ay domates ihracından tutunda turizme kadar bıçak gibi keseceksiniz, ikinci gün gidip birbirinizi öpeceksiniz, üçüncü gün tekrar Amerika'ya döneceksiniz. Bu kadar yüksek tansiyonu hiçbir hasta kaldıramaz. Kürt sorunu mutlaka bir çözüme gelecek, işte bugün Suriye'de bir ilerleme kaydedilememesinin en önemli sebeplerinden birisi orada PKK varlığı, Kürt siyasal varlığı, Türkiye'nin bunu kendine tehdit olarak görmesi. Tabi PKK'nın de artık mutlaka Türkiye'de silahları bırakması lazım. Türkiye'de Kürt siyasetinde silahların devrinin bitmesi yıllar oldu. Biz 2013'ten 2019'a geçen bu 6 yıllık süreyi korkunç bir şekilde heba ettik. Bu işin göbeğinde biri olarak söylüyorum. Sayın Mesut Barzani'nin yemek masasında bulundum, Neçirvan Barzani'nin, Celal Talabani'nin, Murat Karayılan'ın, Sabri Ok'un, Mustafa Karasu'nun, Abdullah Gül'ün, Tayyip Erdoğan'ın ve İmralı'da Abdullah Öcalan'ın masasında oturmuş bir kişi olarak söylüyorum; bu işi herkes el birliği ile bozdu. Suça işte ona at, buna at değil, hepsinin beli derecelerde rolü var. Türkiye'de silahların rolünün bitmesi şart.

- Siz yeni bir hikaye yazılması gerekir dediniz. Sizce bu yeni hikayeyi Babacan-Gül mü yoksa Davutoğlu mu yazabilir?

Şimdi ben isimler üzerinden bir polemiğe girmek istemiyorum. Çünkü bu isimlerden birçoğu yakinen tanıdığım. Bu hikayenin bu anlattıklarım çerçevesinde doğru düzgün bir hikaye olması lazım.  Ekonomide, siyasete, Kürt sorununda Avrupa Birliği, Ortadoğu, Rusya konusunda anlatacaklarınız önemli. Ne anlatıyorsanız doğru düzgün bir hikayeniz olması lazım. Niye doğru düzgün bir hikaye diyorum. En büyük örnek Yunanistan. İflas etmiş bir ülke. 400 milyar Euro borç almış yemiş, kim nasıl yemiş başka bir tartışma. Doğru düzgün oturup ben bu iflasın altından nasıl kalkabilirim diyeceğine Çipras diye genç, sempatik delikanlı, yakışıklı, işte ben kravat takmayacağım, tanrıya inanmıyorum diye çok açık söyledi bunları. Ama rest çekti işte ben AB'ye de rest çekeceğim, borç da ödemeyeceğim dedi. Ee Karadenizlinin dediği gibi ne oldi' işte 6 senenin sonunda Yunanistan başladığı yere döndü ve yapmayacağım dediği şeylerin yüzde 80'nin 90'nını da Çipras'a yaptırdılar. Yunanistan'ın tesisleri, limanları, havaalanlarının önemli bir kısmı Almanlar'ın eline geçti. Şunu anlatmaya çalışıyorum esip gürlemekle bu işler olmuyor. Hikayenin doğru bir hikaye olması lazım Davutoğlu ve Gül için söylüyorum. İkincisi ise iyi bir kadro olması lazım. Şimdi siz en güzel türküyü veya şarkıyı alın sokakta bir adama söyletin, hiçbir anlamı olmaz bozar o şarkının. Şarkı kötü bir şarkı değil ama okuyanın da doğru düzgün bir okuyucu olması lazım. Kadrodan kastettiğim bu. İyi bir hikaye ve iyi bir kadro. Bunu da bugünden bilmiyoruz. Bir sahaya çıksınlar görelim. Belki de Kürt siyaseti yeni bir değerlendirme yapar yeni bir çıkış yapar. Bu hikayeyi illa Gül ya da Davutoğlu yazacak diye bir mecburiyet yok. Bunu CHP'de yazabilir ki, sayın Kılıçdaroğlu'nun da ciddi bir değişim süreci var, o katı çekirdekten gelen ulusalcıların hiç de hoşlanmadıkları bir süreç yaşanıyor. CHP'de ben olumlu görüyorum şahsen bunu da. Bu hikayeyi kim yazarsa ve halkın önüne bu şarkıyı güzel söyleyecek, o besteyi güzel söyleyecek şarkıcıları türkücüleri koyabilirse halk onu dinleyecek. Ben AK Parti'nin bir iniş sürecine girdiğini görüyorum ve bundan da kolay kolay çıkamayacağını düşünüyorum. Keşke çıksa, ben o karşımdaki ne kadar hata yaparsa ben kazanırım diyen siyasetçilerden değilim. AK Parti'nin bu çıkamaması işte daha 4 yıl var seçime, bu 4 yıl bize cehennem azabı çektirir. Keşke çıksa, keşke kendisi bu dönüşümü yapabilse. Ama ben bunu çok zor görüyorum.

- Son olarak Altan Tan bundan sonra ne yapacak, siyaseti bıraktınız mı?

Şimdi siyaset öyle bir şey ki, günlük politikayı kastetmiyorum, aday olma, olmama, seçime girme, girmeme bu başka bir şey. Ama siyaset bir insanın dünyaya bakışı hayata bakışı duruşudur. Bu duruş devam edecek. Ben bu doğru bildiklerimi ne kadar doğru biliyorsam ve ne kadar doğru ifade edebiliyorsam, ifade etmeye devam edeceğim. Yani susmayacağım bundan sonra da bu fikirlerimi düzenli olarak yazıyla, kanallar açılırsa dediğim gibi muhalefet bile kapalı şuan bana. Ben bu fikirlerimi bu görüşlerimi bu değerlendirmelerimi Türkiye için, Ortadoğu için, Kürt siyaseti için, dünya için de bildiğim kadar anladığım kadar anlatmaya devam edeceğim. Ama politik olarak bir noktada bir görev almak bir şey almak iyi bir hikaye olmazsa iyi bir kadro olmazsa maceradır.

Editör: TE Bilişim