Ben daha küçük yaştayken babam bana birçok kez, “Kol kırılır yen içinde kalır. Bu bir adaptır, bu bir edeptir. Bu adaba, bu edebe uymayanlara adam denmez” oğlum derdi.

Daha ilkokul üçüncü sınıftaydım, hafızam beni yanılmıyorsa. Baba bu ne demektir diye sorardım. O da bana; elbet bir gün anlatırım derdi.

 Diyarbekir’de Yeni İlkokul’da okuyordum. Dedim ya ikinci mi tam hatırlamıyorum ya da üçüncü sınıfta okurken, adı lazım değil bir arkadaşım, hem de sınıf arkadaşım, iki elini apışlarının üstüne koymuş bir şekilde yanıma geldi; “Ben eve gidiyorum. Altıma işedim. Eve gidip üstümü değiştireyim. Öğretmen sorarsa başı ağrıyordu eve gitti dersin.” Ben çocukluğun verdiği cehaletle bağırmaya başladım.

Hala hala hey ismi lazım değil altına işemiş diye bağırmağa başladım. O anda ismi lazım değil ağzımın üstüne bir yumruk yapıştırdı ve okulun bahçesinden fırlayıp gitti.

O arada Allah rahmet etsin sınıf öğretmenimiz olan Vahit Bey geldi, ne oldu oğlum bu ne haldir dedi. Ben de ismi lazım değil bana yumruk attı kaçtı dedim. Neyse uzatmayalım öğretmen beni eve gönderdi. Eve gittim ki ne göreyim, babam evde. Bu saatlerde pek evde olmazdı ya. Benim ağzım burnum kan içinde. Babam bu halimi görünce, seni kim dövdü diye sordu. Ben de ismi lazım değil altına işemişti. Gelip bana söyledi. Ben de hala hala hey ismi lazım değil altına işemiş diye bağırdım, yumruğu ağzımın üstüne yedim, dedim.

Babam anama seslenerek hele bu çocuğun ağzını yüzünü yıkayın, bakalım bir şey var mı dedi. Ana yüzümü, gözümü yıkadı neyse pek bir şey yokmuş, dedi. Eyse anam ağzım acımasın diye bir bardak süt, bir çay tabağına kaymak ve mahalle fırınından yeni gelmiş ekmeği önüme koydu, Hade şimdi karnını doyur. Bir daha da arkadaşının ayıbını memlekete duyurmaya çalışma. Bu yaptığın ayıptır… dedi.

Bu arada babam beni izliyordu. Yemeğimi yedim. Ağzımın acısı da geçmişti. Küçeye çıkmak istedim, babam dur hele seninle biraz konuşalım, dedi. Ödüm koptu. Vallahi beni dövecek diye içimden geçirdim. Süt dökmüş kedi gibi kafam önümde yanına gittim. Otur hele dedi. Hatırlisan ben sana kol kırılır yen içinde kalır dediğimde baba bu ne demektir diye sormuştum. Ben de sana elbet bir gün anlatırım demiştim. İşte o gün bu gündür.

Bak oğlum arkadaşın sana güvenmiş bir kabahatini anlatmış. Sen ne yapmışsan, ananın dediği gibi memlekete duyurmaya çalışmışsan. Yani adaba uymamışsan, edebsizlik yapmışsan. Halbu ki sen kol kırılır yen içinde kalır diyecakğtın arkadaşının ayıbını kimseye demiyecağtın. Yani arkadaşlar arasında bazı olup bitenleri âlemden saklayacaksın. Şimdi öğrendin mi ”Kol kırılır yen içinde kalır” ne demağtır.

Ben de he baba öğrendim, demiştim.

Kirveme öğütler;

Kirvem, iyi geçinmek, iki kişinin kusursuz olmasıyla değil, birbirlerinin kusurlarını hoş görmesiyle olur.

İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.

Dostça kalın.

Geleceğimizi çalmayın.

Anzele, büyük bir Balıklıgöl haline getirilip, turizme kazandırılsın.

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi MÜZEYE dönüştürülsün.

Suriçi DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ haline getirilsin.

Şehrin eski stadı, ŞEHRİN, ÖZGÜRLÜK MEYDANI olsun.

Daha da önemlisi,

Sur içinde, yakılıp yıkılan bölgelerde evler, aslına uygun ve Diyarbekir evlerine yakışır bir biçimde yapılsın.

Ve sevgili meslektaşlarım, dernek yöneticileri, STK Yöneticileri; Zerzevan Kalesi, Çayönü, Mitras Tapınağı, Kortik Tepe, Hilar Mağaralarını ve Bırkleyn Mağaralarını koruyalım, gün yüzüne çıkaranları sahiplenelim.