Uzun zamandır karanlığın içinde debeleniyorum, ufacık bir çıkış, mercimek tanesi kadar bir aydınlığın izini sürüyorum. Çabaladıkça, zifiri karanlığa daha çok battığımı hissediyorum. Tutunduğum dallar elimde kalıyor, ruhum bir yangının tam ortasında yanıyor.

Gerçekte çok karamsar değilim ama sevgi her geçen gün azalıyor yüreklerde ve yaşama sevinci siliniyor yavaşça. Bunu hissediyorum; geleceğe, yarına dair bir ışıltının, sıcaklığın korkunç yokluğunu yaşıyorum. Doğa, giderek gazabını artırıyor, bir yanda salgın hastalıklar, doğal afetler, hortumlar, fırtınalar, seller, depremler, diğer yanda insanların giderek vicdansızlaşması, sevgiden yoksun kalması.

Hayatımda her geçen gün eksilen güzel insanların sıcak yüzlerini özlüyorum. Eksilenler kalabalıklaşıyor, mezarların sınırları genişliyor, ölüm etrafımızda dolaşıyor.  Sevdiğim birini bir daha asla görememenin, onunla konuşamamanın ağır acısı yüreğimi daraltıyor. Ruhuma yüklendikçe yükleniyor ömrün eksilen yaprakları. Ne çok eksildi yüzler, ne çok yalnız kaldı uzattığım eller.  Ne çok arttı çaresizliğim.

Anladım ki ömür tükettikçe, ölüm gerçeği daha çok çıkacak karşıma.

Ve anladım ki, aşklar, yangınlarda debelenen ruhlara pek yanaşmıyor, bu yüzden aşksızım.  Bu yüzden dilim tutulmuş, şiirlerimin mısraları eksik, karanlık kuşatmış sesimi. Bu yüzden içinde koştuğum orman, dört koldan tutuşmuş yanıyor. Ruhum kapana kısılmış, acı çekiyor. Akrep bana tango dersi veriyor, ay ışığında dans ediyorum onunla.

Uzun zamandır karanlığın içinde debeleniyorum. Attığım her adımı bilinmeze atıyorum, dipsiz kuyudayım, tuzak kurmuş bana hayatın zebanileri. Karanlık, renkleri de yutmuş, ne şafağın kırmızısı, ne bulutların beyazlığı, ne ormanın yeşili, denizin maviliği, ne safran sarısı var. Kar bile siyah yağıyor, rüzgâr siyah esiyor, soğuk bile siyah. Müzik ruhsuz, duygusuz… Nehir siyah akıyor, beyaz güvercin kara leke olmuş gökyüzünde, her şey usulca kayboluyor.

Dünya ne zaman karardı böyle?

Ne zaman atıldım bu hücreye, ellerim, gözlerim ne zaman bağlandı? Bu kısmetsiz coğrafya ne zaman yazıldı alnıma?

Sevgilimin aydınlık yüzünü özlüyorum. Bir ışık seli içinde yansıyan gülüşünü… İçimi yakan gözlerini özlüyorum. Özlüyorum, özlemek korkusuz yolculuklara çıkmaktır. Karanlığın ufkunda yükselecek ışığın kokusunu almaktır. Ben hayatı özledim.

Benim halen umudum var. Sevgiye, dostluğa, arkadaşlığa, aydınlık bir yaşama… Böyle karanlıklara batmayacak her şey. Benim hikâyem böyle bitmeyecek.  Özlüyorum, sevgilimin sesindeki ezgiyi, gözlerindeki ışıltıyı… Bir gün elbet pırıl pırıl şavkıyan güne uyanacağım. Şarkılar söyleyerek çıplak ayakla dans edeceğim. Yağmurda koşacağım, nehrin ve denizin maviliğini izleyeceğim. Ormanların yeşilini göreceğim.

Ruhum aydınlanacak biliyorum, bu hep böyle gitmeyecek. İçinde ölüme yattığım bu melankolik kefeni sıyırıp üzerimden hayatın şarkısına eşlik edeceğim. Benim umudum var, özlüyorum çünkü.

Nehir boyunca koşup soluk soluğa kalmayı, bir dağın en yüksek yerinde kollarımı açıp dönmeyi, oradan uzaklara bakmayı, müzik dinlemeyi, şarkı söylemeyi, rüzgârı içmeyi, yağmuru çıplak ayakla karşılamayı, bir güzelin gözlerinin içine bakmayı…

Evet ya, ben hayatı özledim.