Bir zamanlar mektup vardı…

Dostun sıcaklığını uzaklara götüren, özlemleri gurbetten getiren sıcak satırlar. Katlanmış kâğıtların arasına karanfil konurdu.  Boncuk gibi düzenli yazılırdı el yazısıyla mektuplar… Duygular paylaşılırdı. Sevgiden, aşktan, dostluktan, arkadaşlıktan bahsedilirdi. Duyguların arasına şiir dizeleri serpiştirilirdi. Yazan zamanla şair olurdu, okuyan şiirden haz alırdı. Bazen bir sayfaya sığmazdı paylaşılmak istenenler, birkaç sayfa kullanılırdı. Sonra yeni çekilmiş siyah beyaz fotoğraflar gönderilirdi mektupların arasında.  Zarfı açan önce memleket kokusu çekerdi. Sonra dostluğun, güzelliğin ferahlatıcı havasını solardı. Mektuplar aşkın en güzel anlatıldığı araçtı…

Yazan ayrı heyecanlanır, günlerce yazacaklarını düşler, kurgular, sonra kaleme dökerdi duygularını. Okuyan da aynı heyecanı başka zaman ve mekânda yaşardı. Postacı uzaktan “Postaaa!!!” diye bağırırdı.  Kapıya yanaşınca koşardı mektup bekleyen… Sonra heyecanla zarfın köşesi usulca yırtılırdı. Kuru karanfil koklanır, mektup öpülür, okunurdu. Okuyan da günlerce yazılanları düşünür, “Orada aslında şöyle demek istemiş”  diye yorumlarda bulunurdu kendi kendine.

Bir zamanlar mektup vardı, telefon yaygınlaşmamıştı. Mahallede bir veya iki evde ancak vardı. Ayrı bir şehre bağlanmak için saatlerce bazen günlerce beklenirdi. Arada bir santral aranır, “Bizim bir Ankara vardı, ne zaman bağlanır acaba?” diye hatırlatma yapılırdı. O kadar geç gelirdi ki beklenen telefon, santraldeki bayan çoğunlukla, “Ankara’yı bağlıyorum, bekliyor musunuz?” diyerek teyit etmek zorunda kalırdı. Sonra ev telefonları yaygınlaştı. Postanelerde, şehir merkezlerinde jetonlu telefonlar çoğaldı. Jeton alanlar istediği yerleri aramaya başladı. Bu arada mektup halen revaçtaydı. Yine duygular uzun kâğıtlara dökülürdü. Telefon yaygınlaştıkça mektuplar da kısaldı, değer kaybetti. Derken, her köşe başına ankesörlü,  dijital kartlarla çalışan telefonlar kondu. Sonra bir baktık, cep telefonu denilen, el kadar, her yere taşınabilen yeni araçlar girdi hayatımıza. Teknoloji artık yaygınlaşıyor, önceki alışkanlıklarımızın çoğu ona yenilip, zamanla yok oluyordu. Artık uzun mektupların yerini kısa, ruhsuz mesajlar almaya başladı.  Çağrı cihazları, cep telefonları derken bilgisayar, internet günlük yaşamımızın vazgeçilmezleri arasındaki yerini aldı. “chat” odalarına kapanan gençler sanal bir dünyanın esiri olmaya başladılar. Şehirlerde arkadaşsız, dostsuz büyüyen yeni nesil, bu internet ileti sayesinde tamamen içine, kabuğuna çekildi. Bakışları donuk, ilişkileri soğuktu. Sıcak dostluklar, arkadaşlıklar yaşamımızdan uzaklaşıyordu usulca.

Mektup da ayrıldı yaşamımızdan… Dostluk, arkadaşlık, insani değerlerin çekip gitmesi gibi, mektup da tarihe karıştı. Artık uzun satırlara dökülen sıcak duyguların heyecanı yoktu. Çocukların mahalle aralarında saatlerce süren oyun arkadaşlıkları da yoktu. Kan ter içinde kavga etse de çocuklar, kinleri o anlıktı. Terleri kurumadan yine kucaklaşır, birlikte yeni oyunlar oynarlardı.

Şimdilerde onları da vahşi bilgisayar oyunlarının pençesine terk ettik. Orada, o karanlık dipsiz kuyuda tek başlarına büyüyorlar.