Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’ne Melih Bulu’nun atanmasıyla üniversite yerleşkesinde bir dizi olaylar başladı. Rektör protestosu, istenmeyen rektör gibi tanıtlarla öğrencilerden bir kesimin başlattığı olaylar Türkiye’nin siyasal gündemine kısa sürede oturuverdi. Bu gibi olayların siyaset gündemine oturması, tartışılması normaldir. Fakat bu olaylar cereyan ederken dikkatimizi çeken bir durum oldu, o da şu:

Acaba öğrenciler ne istiyor? Talepleri nelerdir? Bu gibi sorular bir yana, öğrencilerin olası talepleri muhalefet ile iktidar partilerinin arasındaki söz düellosunun gölgesinde kaldı. Başka bir anlatımla öğrenci temsilcileri, talepleri dile getiren öğrenciler ön plana çıkmadı. Halbuki öğrenciler öne çıkarak taleplerini, ne istediklerini dile getirmeliydi.

Bu çerçeveyi çizdikten sonra biraz gerilere gitmek istiyoruz. Üniversite okuduğumuz yıllarda-1990 yılları- hatırladığım kadarıyla tek bir kişiyi ifade eden rektöre veya rektörlere karşı tepkiler ortaya konmazdı. Daha çok üniversite yönetiminin, bize göre yanlış ve anti-demokratik uygulamalarına tepkiler gösteriliyordu. O yıllarda hemen her üniversitede bir öğrenci derneği vardı ve öğrenciler burada yanlış buldukları bir uygulamayı forum düzenleyerek ne yapacaklarını tartışır ve karara bağlardı. Yani her şey açık ve demokratik bir şekilde tartışılır ve pratiğe-yakmadan, yıkmadan- yansıtılırdı. Örneğin öğrenciler “Şu rektörü istemiyoruz” değil de “Polis-İdare İşbirliğine Son” gibi bir anlayışa karşı çıkardı. O zamanlar öğrencilerin iddiası buydu. Mesela o dönemin öğrencileri kurumsal olarak YÖK’e karşı hep 6 Kasım’da tepki göstermişlerdir. Yani sorun YÖK Başkanı İhsan Doğramacı değildi, ama kurum olarak YÖK’ün kendisinin kaldırılması isteniyordu.

1990’lı yıllarda demokratik tepki gösteren İstanbul Üniversitesi ve ODTÜ başta gelirdi. Bu yıllarda Boğaziçi ve buna benzer üniversitelerin tek bir tepkisi yoktur uygulamalara karşı. Bu gibi üniversiteler deyim yerindeyse “sosyete üniversiteler” olarak etiketlenmişlerdi. Hata bu gibi üniversitelerin böyle demokratik bir tepki geleneği de oluşmamıştır. Şimdi böyle sadece rektör atanmasına tepki göstermeleri açıkçası düşündürücü. Eğer amaç bilimsel özgürlükse ki bu olduğuna inanmak isteriz- ve yeni rektörün uygulamaları bu özgürlüğü kısıtlayıcı bir hal alırsa tepki gösterilmesi daha makul olurdu. Yani adam daha yöneteceği kuruma adımını atmadan “kişi karşıtlığı” tepkiler başladı. Adama şans vermek gerekir derler ya, bu olmadı ne yazık ki!

Boğaziçi’nde olaylar devam edince müdahaleler de başladı. Kim polis çağırdı, kim çağırmadı meselesinden ziyade, devletin tedbir almak gibi bir görevi vardır ve olayların seyri nasıl olacak, ne gibi sonuçlar beraberinde getirecek belli değildi. O nedenle devlet aklı güvenlik tedbirlerini almak gibi bir zorunluluğu vardır. Aksi olsaydı “güvenlik zaafı” denecekti ve bu sefer tartışmaların ardı arkası kesilmeyecekti.  

Dediğimiz gibi öğrenciler talepleriyle bu olaylarda öne çıkmadı, onlar adına üzücü olan buydu belki, ancak olayları destekleyen siyasi partiler kelimenin tam anlamıyla öne çıktılar. Adeta öğrencilerin talepleri iktidar-muhalefet aktörlerinin ortaya koydukları söylem içerisinde ezildi, gitti. Halbuki öğrencilerin demokratik mücadele geleneğinde talepleri kendilerinin dile getirmeleri gibi bir teamülün olduğu tarihi bakılınca görülecektir.

Dediğimiz gibi muhalefet partilerinin talepleriymiş gibi siyasi bir gündem oluştu hem mecliste, hem meclis dışında. Öyle ki CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu bir adım daha ileri giderek, rektörü istifaya çağırdı. Halbuki öğrenci liderleri çıkıp açıkça, gerekçesiyle birlikte rektörün istifasını isteyebilirlerdi, ama bu olmadı. Muhalefet liderinin bunu dile getirmesi, öğrencilerin masumane taleplerinin solladı.

Diğer partiler ise şöyle öne çıktı:

EMEP (Emek Partisi): Bu baskılar sonuç vermeyecek.

HDP: Tek Adam Rejiminin Üniversitelere yansıması.

Eğitim- Sen: Kayyum Rektör İstemiyoruz.

Özetle Tepkiler muhalefet cephesinden böyle. 1990’lı yıllara dönersek yine, üniversitelerde o kadar demokratik eylemler oldu, öğrencilerin yanında hiçbir parti olmadı. Hele CHP hiçbir zaman öğrencilerin taleplerini destekleyen bir yönetim ortaya koymadı o yıllarda. Fakat Boğaziçi olaylarında CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ekibiyle beraber olaylara katıldı. Durum böyle olunca olayların bu tarafı daha çok tartışıldı. Halbuki sadece öğrenci Taleplerini kamuoyu ile paylaşsaydı daha meşru bir sürece girmiş olurlardı, olaylar başlamadan. Olaylar devam ettikten sonra ancak öğrenci taleplerini duydu kamuoyu. Üç talepte bulundu öğrenciler:

1-Kayyum Rektör Melih Bulu istifa etsin,

2-Üniversitelerin kararları ve rektörler üniversitelerin iradesiyle belirlensin,

3-Gözaltındaki öğrenciler serbest bırakılsın.

Eğer olaylar olmasaydı, bu üçüncü talep olmayacaktı. Birinci talep de Boğaziçi öğrencisine yakışmayan bir talep. Çünkü atanan rektör bir hukuksal süreçten sonra netleşir. Kayyum da ne demek? Yani bir önceki rektör indirildi de mi, hiç hukuki ve yasal süreç düşünülmeden Melih Bulu atanmış? Eğer birinci sav doğru ise o zaman Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın atadığı bütün rektörler kayyumdur ve bütün üniversite öğrencileri ayağa kalksın? Bu akıl karı değildir ve tamamen ideolojik odaklı bir anlayıştır. Daha önceki rektörler de başka cumhurbaşkanları tarafından atanıyordu kimse buna tepki göstermiyordu.

İkinci talep doğru bize göre. Üniversitelerin iradesinde şüphesiz öğrenci de yer almalıdır. Bu anlamda yönetim ve akademik yapının alacağı kararlara öğrenci temsilcilerinin talepleri de yansıtılmalıdır ki, üniversitelerin uygulamalarında demokratik bir öz oluşsun.

Geçmişte üniversiteler sağ-sol çatışması denen bir süreçten geçmiş ve çok ağır bedeller ödedikleri biliniyor. Sağ tarafta Ülkücü Hareket, solda ise Sol Örgütlerin yer aldıkları ve taraflar arasında gelişen kavgalardan başta gençlerin kendileri sonra da ülke olarak kep kaybettik; enerjimiz adeta boşa aktı. Bu filmlerin tekrar oynanması veya oynatılması yine bizlere kaybettirecek.

Boğaziçi olayları bir kez daha hatırlattı ki, üniversiteler siyasetin bulanık koridorlarına girdiği taktirde bilim üreten kurum olmaktan çıkar. Özellikle Boğaziçi Üniversitesi’nin bilimsel bir geleneği olduğunu, bilim üreten üniversitelerin başında geldiğini biliyoruz. Bu nedenle bu geleneğinden uzaklaşmamalıdır rektör kim olursa olsun.

Saygıyla…