Türk demokrasi kültürünün odağında yer alan darbeler, demokratik süreci kesintiye uğratmakla beraber onu biçimlendirmiştir de. Bu nedenle Türkiye’de her birey hayatında darbe etkisini iliklerine kadar yaşamıştır. Çünkü modern ve post modern darbeler neredeyse on yılda bir yapılmış, bu nedenle her insan minimum hayatında birkaç darbeye tanıklık etmiştir. Bu satırları yazan bir kişi olarak en meşhuru 12 Eylül 1980 Askeri Darbesini çok iyi hatırlarım; ama ondan önce 12 Mart 1971 Muhtırası da 5-6 yaşlarında olduğum için politik bir aileden gelmem nedeniyle “rüyalarımı süslemiştir” diyebilirim. Bunlar modern darbeler sınıfına girer, sonra “post modern” darbeler devri başladı bilindiği üzere.

Darbe derken askeri darbelerden söz ediyoruz. Yani ordunun çeşitli gerekçelerle seçimle ülkeyi idare edenleri silahla yönetimden uzaklaştırarak yönetime el koyması olarak adlandırılabilir kabaca. Ordu, “kaybedilen devlet otoritesini yeniden tesis etmek” ve “zaafa uğramış olan demokrasiyi tekrar yerleştirmek” için yönetime el koyarmış. Yapılan işi meşrulaştırmak için öne sürülen genel gerekçeler bunlar.

Sol taraftan düşünüldüğü zaman sadece Türkiye’de değil dünyanın neresinde yapılırsa yapılsın, askeri darbelerin tamamı Amerika’da projelendirilir ve bu darbelerin hepsi ABD patentli olarak nitelendirilirdi. Maşallah yapılan darbeler sonrası iktidara gelen askeri yönetimleri Amerika hemen tanırdı. Bu noktadan sonra askerlerin kurdukları yönetim meşruiyet kazanırdı.

ABD, beğenmediği iktidarı bir bahaneyle iktidardan düşürme senaryoları hazırlar ve uygulamaya koyardı. Askeri darbelerin temel hedefi devrimci sol genel olarak da demokratik süreçti. ABD yönetimi bu bağlamda “müttefik” diye nitelendirdiği ülkelerin demokrasilerine “ayar” verme ihtiyacını hep duyardı.  Bu nedenle darbeler sık yaşanırdı. Neticede demokratik süreç kesintiye uğrar daha doğrusu şekillenmekte olan demokratik gidişat ABD anlayışına göre bir biçim alırdı. Türkiye’de yaşanan demokratik süreç ABD’nin çıkarlarına göre bir seyir izlemiştir.

Mısır’da Ne Olmuştu?

Şimdi Mısır’da yedi yıl önce neler olmuştu hatırlamaya çalışalım.

Mısır'da Hüsnü Mübarek'in ardından geçici hükümet kurulmuş, bu hükmet belli bir süre başta olduktan sonra istifa etmiştir. Halkın şeffaf bir seçim süreci istediği, kargaşa ortamının bir nebze dindiği günlerde halk yeni başkanını seçmek için sandığa gitmişti.

28 Kasım 2011 tarihinde yapılan Halk Meclisi seçimlerinde Müslüman Kardeşler’in siyasi kanadı olan Hürriyet ve Adalet Partisi oyların yüzde 47'sini almış, böylece 508 sandalyeli Mısır Halk Meclisi’nde Müslüman Kardeşler 235 milletvekili kazanmıştır.

Müslüman Kardeşler’in siyasi kanadı olan Hürriyet ve Adalet Partisi'nin adayı Muhammed Mursi, 16-17 Haziran 2012’de yapılan Mısır Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde toplam oyların yüzde 51,73’ünü alarak seçimleri kazanmıştır. Böylece 30 Haziran 2012 tarihinde Tantavi’den görevi devralan Mursi, Mısır'ın beşinci cumhurbaşkanı olmuştur. Seçim sonrası Mısır’da başlayan halk gösterileriyle birlikte Mübarek yönetiminin sona ermesinin ardından 19 Mart 2011 tarihinde anayasa referandumu yapılmıştır. Halkın yüzde 77’si parlamento seçimlerinin yapılması ve yeni bir anayasanın yazılması için ‘evet’ oyu kullanmıştır.

Böylece Mısır'da çoğunluk seçtiği güvendiği lider, daha sonra yine çoğunluk isteklerine hizmet etmek için Mısır'da vazifesini yapmaya devam etmiştir. Mısır'da bazı saldırılar ve hareketlilik olsa da meydanlarda insanların katledildiği, güvensizlik ortamında uzakta ileriye doğru bir gidişin ayak sesleri duyulmaktaydı.

Ancak Muhammed Mursi'nin görevinin birinci yılının dolduğu günlerde, eski rejim yanlısı ve askeri yönetim destekçisi gurupların gizliden bir araya gelip vatana ve devlete ihanet için gizli hareketlerde bulunduğu günlerdi. Halkın desteğiyle demokratik çerçevede, eski baskıcı rejimden uzak bir politika güden ve yeni anayasa ile halkın haklarını geri iade etme sürecindeki Mursieski rejim destekçilerini rahatsız etti.

Rabia Meydanı’nda Mursi desteklenirken, Tahrir Meydanı’nda Mursi karşıtları vardı. İki meydan arasında yeniden kanlı günler yaşanır mı diye tedbir duyuruları yapılırken, beklenmedik bir biçimde Mısır Ordusu seçimle gelen hükümete el koydu. Darbecilere asla boyun eğmem diyen Mursi, darbe yanlısı askerleri ordudan temizlemesi bu 2. dalga darbenin yaşanmasının en büyük sebebiydi. Kendi yerlerini garanti altına almak isteyen ve yaptığı hukuksuzluklarla yargılanmak istemeyen askerler, işlerin yoluna girdiği günlerde 2. dalga darbeyi gerçekleştirdiler.

3 Temmuz 2013 günü Mısır halkının ve dünyanın şaşkınlıkla şahit olduğu günler yaşayan Mısır seçilmiş liderinin vazifeden el çektirilmesine ve yargılanmasına şahit oldu. Her şeyin bitti, askerin arasından hainlerin silindi denildiği zamanda asker ikinci dalga hareketle, yeniden darbe yaptı ve seçilmiş hükümeti, başkanı ve cumhurbaşkanın yetkilerini feshetti.

Mısır’da olanları meşru gören bir ABD yaklaşımına tanık oldu dünya. Bu adımla Ortadoğu’da darbeler devri başlatılmak istendi. Buna bağlı olarak sözüm ona “demokrasi ve insan hakları beşiği” Batı Avrupa ülkeleri de Mısır’daki askeri darbeyi olumlu bulan bir politika ortaya koydu. Türkiye’de de sol cenah Mısır’daki darbeye “ darbe” demedi mi, diyemedi mi bilemiyoruz tam olarak ne yazık ki. Oysa ayaklar altına alınan seçin ve sandıktı; yani halkın iradesiydi. Daha doğrusu demokrasi idi…

Üç yıl önce seçilmiş iktidar olan AK Parti’ye karşı yapılan 15 Temmuz Darbesi’ne sosyal demokratlar ve laik Kürtler hala “darbe” dememiştir. “kontrollü darbe” veya “senaryo” demektedirler. ABD yönetimi ve Batı Avrupa ülkeleri de 15 Temmuz Darbesi’ne “darbe” demedi, demek istemedi. Hatta bu konuda hükümetten kanıt istedi.

Sözüm ona demokrasi beşiği olan Batılı güçler, Venezuela’da açık bir şekilde seçilmiş iktidarı hedef aldı, onu tanımadığı bu konusunda açıklamalar yaptı. Anti-emperyalist olan solcu Maduro’ya başta Türkiye’deki solcular olmak üzere dünyada hiçbir sol çevreden dayanışma gösterilmedi, ona destek verilmedi. Sadece Recep Tayyip Erdoğan ve stratejik çıkarlar gereği Putin destek oldu.

Üzerinden üç yıl geçmesine rağmen askerlerin ateşi ve uçakların bombalarıyla yüzlerce insanın ölümüne, binlercesinin yaralanmasına neden olan 15 Temmuz Darbesi’ne “darbe” demek için kanıt gerekiyor mu?

Demokrasiyi rafa kaldıran, insan haklarını ayaklar altına alan askeri darbelere karşı sol çevreler neden sessiz kalmayı tercih ediyorlar? Neden ABD emperyalizmine destekmiş gibi bir yaklaşım içinde görünüyor sol kesim? Çok tuhaf bir durum ile karşı karşıyayız.

Saygıyla…