Son zamanlarda Türk demokrasisinde yol bulma veya sapma dönemlerini yaşıyor, öyle ki bütün alanlarda yaşanan mücadele az çok tanımlanabilir bir sorun alanını imgelemektedir. Sorunu doğru tanımladığımız ölçüde, gerçeğin hâkim kılınmasına katkıda bulunabileceğimizi hesap etmek kaydıyla mesafe alabileceğimizin farkındayız. Karl Marx haklı olarak, sorunlara dışarıdan bakmakla çözüm bulamayacağımızı söylüyordu, temellendirdiği şey basit bir anlatımla 'yöntemsel' muhakeme üzerine oturmaktaydı. Kabul edelim ki, yerinde bir tespitle işe başlamış olduk ve önerildiği gibi sorunlarımızın tek tek üzerinden/içinden geçerek, gerçeğin /doğrunun ve ortak iyinin tesis edilmesine bir nebzecik olsun katkıda bulunabilelim. Ama maalesef bir çok alanda demokrasi mücadelesi verilirken, bir kesiminde demokrasi mücadelesini savaş çıkartanlığı yaparak ülkelerin ve insanların yaşam haklarını ihlal ederler. Günümüzde demokrasinin D'sini bilmeyen demokratların alanlara çıkarak demokrasi dersi de vermeleri pekte bir anlam ifade etmiyor artık.

İnsanlığın demokrasi kavgası, toplumların gelişiminin belirli bir aşamasında uygarlığın doğuşuyla, devletin ortaya çıkışıyla başlar ve günümüze kadar gelir. Yakın Çağ’da, modern burjuva toplumun doğuşuyla birlikte insanlık iki büyük demokrasi kampını bir arada ve karşı karşıya görmüş ve yaşamıştır. Bunlardan birisi burjuva demokrasisi diğeri ise halk demokrasisi-sosyalist demokrasidir. Biri egemen olan azınlığın demokrasisidir, öteki büyük insanlığın demokrasisidir.

Feodalizmin yıkılmasının ardından, bütün burjuva demokrasileri, sermayenin egemenliğini ve haklarını sağlamlaştırmayı, anayasalarında fabrikalar, toprak ve diğer üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti güvence altına almayı amaç edindiler. Tüm burjuva anayasaları, bir yanda emekçi çoğunluğu oluşturan mülksüz kitleler diğer yandaysa çalışmayan azınlığın lüks ve zenginliğinin oluşturduğu sosyal eşitsizliğin devamını güvenceye aldılar. Burjuva anayasalarının bu temeli, günümüze dek sarsılmadan korundu. Burjuva demokrasisi, anayasalarında, bu tür bir düzeni ve onunla birlikte de tüm sosyal eşitsizlikleri ölümsüzleştirmeye çalışır.

Burjuva demokrasisi, sermayenin egemenliği üzerinde yükselmektedir ve burjuvazinin sınıf hakimiyetini güvence altına alır. Her devlet biçimi gibi, burjuva demokrasisi de zorun örgütlenmiş olarak, sistemli biçimde yönetilen alt sınıflara uygulanmasıdır. Ama bu zor, yasallığı ve görünüşte eşitliği kendisine zırh edinmiştir.

Buna, burjuva demokrasilerinin yine de emekçilerin temsilcilerinin iktidar organlarına ulaşma hakkını tanıdığı gerekçesiyle itiraz edilebilir. Gerçekten de, burjuva anayasalarında bu haklar tanınır. Ancak bu hakları güvenceye alan hiçbir düzenleme yoktur. Ayrıca öyle çok kaydı ihtirazlar ve sınırlandırmalar taşır ki, bu demokratik haklar ve özgürlükler tamamen çarpıklaşır.

Gerek modern burjuva topluma kadar gelen sınıflı toplumlarda, gerekse modern kapitalist toplumda, başta işçi sınıfı olmak üzere bütün emekçi sınıfların, ezilen ulus, cins ve inançların tarihsel mücadele birikimi bizlere şu gerçeği gösteriyor. Eğer demokrasinin ileriye doğru evriminden ve demokratik hakların kabulünden bahsediyorsak orada mutlaka sömürülen sınıfların, ezilen ulusların hak mücadelesi vardır.

En ileri demokratik cumhuriyetlerde bile kazanılmış demokratik hakların kullanımı, işçilerin, emekçilerin, ezilen halkların, inançların örgütlülük ve mücadele düzeyi tarafından belirlenmektedir. Aksi koşullarda burjuvazinin egemenliğinde sistemin iktisadi ve toplumsal ilişkileri, demokratik hakları geri çekme, olabildiğince güdük, kısıtlı ve yokluk derekesine indirme eğilimindedir.

Halk demokrasisi, halkın üretim ve yaşam alanlarında örgütlenmesine ve öz gücüne dayanan, halk tarafından seçilen ve denetlenen halk meclisinin en yüksek organı olacağı yeni bir devlet düzeni ve aygıtının kurulmasını gerektirir. Bu düzenin sağlanmasıyla ekonomik ve toplumsal ilerlemenin ve işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin önündeki başlıca engeller kalkmış olacaktır.

Bugünden baktığımızda burjuva parlamenter demokrasi ile halk demokrasisi arasındaki farkı şöyle koyabiliriz: Burjuva demokrasisi sömüren bir azınlık olan burjuvazinin geniş halk kitleleri üzerindeki etkisini pekiştirirken halk demokrasisi, halkın tüm yaşam alanlarında alınan kararlarda söz sahibi olmasının, bu kararları bizzat kendisinin almasının aracıdır.

Halk demokrasisi ile birlikte, yığınları siyasetin dışında tutan bürokratik burjuva devlet mekanizması, yerini, geniş yığınları doğrudan yönetici katına yükselten, halk inisiyatifini üretim birimleri temelinde, örgütlenmiş halk meclisleri, Sovyetler aracılığıyla harekete geçiren ve silah tekeline son veren, bürokratik olmayan yeni tipte bir devlete, “devlet olmayan bir devlet”e bırakır.

Yeni toplumsal-siyasal örgütler sistemi, eski sistemin bürokratik kastını, yöneten-yönetilen farkını ortadan kaldırır. Toplumun üzerinde yer alan eski örgütler sistemi, yerini, toplumun artık bir parçası olan yeni örgütler sistemine terk ederek, tarih sahnesinden çekilir.

Gerçek demokrasi deyince akla gelen ve gelmesi gereken en büyük kazanım Ekim Devrimi ve onun ardından kurulan Sovyet işçi ve halk demokrasisidir. İnsan aklının ve biyolojisinin, kafa ve kol emeğinin, doğanın, bilimin, teknolojinin, kültürün ve sanatın ilerlemesinin ve sınırsız özgürlüğe kavuşmasının yolunu gösteren bir örnektir.

“… Rusya'da bürokratik aygıt tamamen yıkılmış, onda taş üzerinde taş bırakılmamış, bütün eski yüksek görevli memurlar kovulmuş, burjuva parlamento dağıtılmıştır; özellikle işçiler ve köylülere çok daha erişilebilir bir temsil hakkı verilmiştir; memurların yerine onların Sovyetleri geçmiş, ya da onların Sovyetleri memurların üstüne konmuştur; yargıçları seçenler de onların Sovyetleridir. Sovyetler iktidarının, yani proletarya diktatörlüğünün bu biçiminin, burjuva cumhuriyetlerinin en demokratiğinden bir milyon kez daha demokratik olduğunu bütün ezilen sınıfların kabul etmeleri için, tek başına bu olgu yeter.” (Lenin, Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky)