Yerbilimcilerin Sesini Duyan Var Mı?

İzmir’in Seferihisar ilçesi açıklarında oluşan ve 114 kişinin ölümüyle sonuçlanan 6.9 büyüklüğündeki depremin acıları hepimizi derinden etkiledi. Ben de ilk kez 1992 yılında İzmir’de tanışmıştım depremin korkunç yüzüyle, neyse ki o zaman yıkıcı olmamıştı. Sonra 2005 yılında yine İzmir’de yaşadım depremin dehşetini. Deprem anında insan çok aciz, çok güçsüz, çok çaresiz kalıyor, doğa büyük gücünü gerine gerine gösteriyor. Sel, fırtına, kasırga, hortum nasıl birer doğa olayı ise, deprem de öyledir. Yaşayan gezegenimizin, canlılık belirtilerinden biridir. Evet, her defasında canımız yanmıyor değil, yakınlarımızı, sevdiklerimizi, insanlarımızı maalesef göçük altında kaybediyoruz. Üzülüyoruz, kahroluyoruz.

Ülkemiz, dünyanın en aktif sismik bölgelerinden biridir. Dünyanın dış kabuğunu oluşturan kara parçaları levhalar şeklindedir ve magmanın üzerinde yüzerler. Sürekli de hareket halindedirler. Ancak bu hareketlilik çok yavaştır, fark edilmemektedir. Öyle ki Türkiye yılda 2 cm kadar batıya doğru kaymaktadır. Yeryüzündeki levhalar hareket halinde olduğundan diğer levhalara çarparlar ve onları iterler. Anadolu’nun güneyinde bulunan Afrika ve Arabistan levhaları Türkiye’yi Kuzeye ve Batıya doğru iter. Bu itme sırasında Anadolu, oluşan gerilime dayanamamış ve kırılmıştır. Bu kırık fay hattını oluşturmuştur. Doğuda Van Gölü’nden, Erzincan’a, oradan Tokat’a, Karadeniz bölgesinin alt kısmından Gölcük, Kocaeli ve Marmara Denizine uzanan bir hattır bu. Buna Kuzey Anadolu Fay Hattı deniliyor. Bu, yerbilimcilerce tespit edilmiş bir gerçektir. Anadolu, belirtmiş olduğum doğrultu çizgisi üzerinde ikiye ayrılıp kırılınca bazı yerlerde çıkıntılar oluştu. Bu çıkıntılarda itmeden dolayı enerji birikimi meydana geldi. Sonra itmeye daha fazla dayanamayan bazı çıkıntılar kırıldı,  1939 yılında Erzincan çıkıntısının kırılması 7.9 şiddetinde depremle gösterdi kendini. Erzincan’daki çıkıntıda biriken enerji salınmış oldu, bu enerji bir sonraki çıkıntıya gitti, orada birikti. 3 yıl sonra, 1942’de bu kez Tokat Niksar çıkıntısı kırıldı o da enerjisini bir sonraki çıkıntı olan Gölcük’e aktardı. 1999 yılında Gölcük çıkıntısı da 7.5 şiddetinde bir deprem oluşturdu. Buradaki enerji de Marmara Denizinde bulunan çıkıntıya aktarıldı.

İşte yer bilimcilerin gece gündüz haykırarak dile getirdikleri Büyük İstanbul Depremi bu Marmara çıkıntısının kırılmasıyla oluşacaktır. Bilimsel olarak, gerçek apaçık ortadadır. Depremin ne zaman olacağı kesin olarak bilinmiyor çünkü çıkıntının tam yeri belli değildir. Bu nedenle yerbilimciler enerjinin biriktiğini kanıtladılar, ancak zamanı tam olarak söyleyemiyorlar. Sadece bir zaman aralığı verebiliyorlar. 2030 yılına kadar her an olabilir diyorlar. Daha ne desinler? Bize düşen onların sesini duyabilmektir. Seslerini duyup ona göre hazırlık yapabilmektir. Eğer canlarımızı kaybetmek istemiyorsak tabi ki.

Dünyada depremle ilgili kayıtlar, ilk kez 1881 yılında Japonlar tarafından tutulmuştur. Birçok ülkede sismometre kullanılmaya başlanmış, sismik istasyonlar kurulmuştur. 2000’li yıllardan sonra depremler anlık olarak tespit edilebilir hale gelmiştir. Sismik dalgalanmalar, yer kabuğunda aniden ortaya çıkan enerji sonucunda meydana gelir. Fay hatlarının çatlamasıyla oluşur. Faylar, kırılgan özelliğe sahip kayanın yüksek basınç altında kırılmasıyla oluşur. Bu enerjinin çevredeki kaya kütlelerinde oluşturduğu titreşim depremdir. Asya, Türkiye, Afganistan, Kuzey Afrika, Amerika dünyanın en aktif sismik bölgeleridir.

Bugüne kadar ölçülen en büyük deprem, 1960 yılında Şili’de meydana gelen 9.5 şiddetindeki depremdir. Depremler 12 şiddetine kadar olabilmektedir. 1 büyüklüğündeki depremler hissedilmezler, 12 büyüklüğündeki depremler ise, yer altındaki ve yer üstündeki tüm yapıları yıkarlar. Tektonik plakalar birbirleriyle çarpışınca çok şiddetli depremler oluşur.

Türkiye’de bilinen büyük depremler şunlardır;

1509 İstanbul Depremi, Küçük Kıyamet olarak isimlendirilmiştir. 7.2 büyüklüğündedir. Yaklaşık 10 bin kişi ölmüştür.

1766 İstanbul Depremi, 7.5 büyüklüğündedir, 4 bin kişi hayatını kaybetmiştir.

1939 Erzincan Depremi, 7.2 büyüklüğündedir, 30 binden fazla insan ölmüştür.

1966 Varto Depremi, 6.9 şiddetindedir, 2.500 kişi ölmüştür.

1975 Lice Depremi, 6.6 büyüklüğündedir, 2.384 kişi ölmüştür.

1976 Muradiye Depremi, 7.0 büyüklüğündedir, 3.840 kişi ölmüştür.

1999 Gölcük Depremi, 7.5 büyüklüğündedir, 18.373 kişi ölmüştür.

1999 Düzce Depremi, 7.1 büyüklüğündedir, 710 kişi ölmüştür.

2011 Van Depremi, 6.7 büyüklüğündedir, 700 kişi ölmüştür.

2020 Elazığ Depremi, 6.5 büyüklüğündedir, 41 kişi ölmüştür.

2020 İzmir Depremi, 6.9 büyüklüğündedir, 114 kişi ölmüştür.

Depremleri engellemek elimizde değildir. Çünkü deprem bir doğa olayıdır ve olmak zorundadır. Yerkürenin canlılığının göstergesidir. Depremler ölü gezegenlerde olmaz, oralarda zaten hayat da yoktur. Depremler bizim hayatımızın bir parçasıdır. Onlarla yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Nasıl olacak bu? Yerbilimcilerin, mühendislerin sözlerine kulak vermeliyiz. Yerbilimciler, sürekli toplumu uyarıyor, bilimsel gerçekleri haykırıyor. Depremin nerede olacağını nokta vuruşuyla söylüyorlar, öyleyse toplum da ona göre hazırlığını yapmalı. Bireyler tabi ki tek başlarına depremle mücadele edemezler. Bunun için sağlam bir proje, güçlü bir bütçe gerekiyor. Öncelikle, riskli bölgelerdeki yapılar bir plan dahilinde depreme dayanıklı hale getirilmeli, insanlar güvenli yapılara taşınmalıdır.

Unutmayalım, deprem öldürmez, çürük, sağlam olmayan binalar öldürür.