Geçen hafta Dünya Gazeteciler Günü’nü (21 Ekim) geçirdik. Çok sönük geçen bu gün ile ilgili olarak neredeyse hiçbir şey yazılıp çizilmedi. Eskiden bu gibi günlerde birçok açıdan değerlendirmeler yapılır, gündeme ve gazetecilik mesleğinin sorunlarına dair yazılar yazılır, öneriler sunulurdu. Hatta siyasilerin kutlama mesajları da yayınlanırdı. Ancak giderek bir aymazlık, duyarsızlık yaşanmaktadır.

Peki, ama neden bu kadar duyarsızlık almış başını gidiyor? Malzeme mi yok; birileri yazmayı mı engelliyor? Hayır, hiç biri… Peki ama ne o zaman?

Tam tersi malzeme bol, yazacak konu çok ama yazacak gazeteci yok. Kendi rolünü oynamaktan uzak bir basın gerçeği ile karşı karşıyayız. Öz cümle bu. Biraz daha açmakta fayda var.

Günümüzde gazetecilik mesleği ve gazetecilerle ilgili araştırmalar başta tarih olmak üzere sosyoloji, hukuk ve hatta psikolojinin araştırma alanları arasında yer almaktadır. Bu anlamda derinlikli araştırmaları daha çok akademisyenler yapmaktadır. Basın tarihi ile ilgili kitaplar bu araştırmaların başında gelmektedir. Halbuki gazetecilikle ilgili kitapları gazetecilerin de yazmaları gerekmektedir. Yaşadıklarını, düşündüklerini insanın kendisinin yazması başka, birisine anlattıktan sonra yazılması başka olur.

Gazeteciler başkasına yaşadıklarını anlattırsa ve buna bağlı olarak yazmaktan uzak durursa bunun sonucunda tembel bir gazeteci tipi ortaya çıkar. Yazmaktan uzak bir gazeteci tipi ise araştırma ruhu ve gücünü kaybetmiş sayılır. Eskiden şair, roman yazan gazeteciler vardı. Bu tip gazeteciye günümüzde artık rastlamak mümkün değildir. Öte yandan çalıştığı gazetede dizi yazılar yazan gazeteci tipi de vardı, artık bu da yok veya parmakla sayılabilecek bir sayı kalmıştır.

Bütün bunların olmamasının sonucu olarak günümüzde deyim yerindeyse rahatlıkla manipüle edilen bir gazeteci kişiliği ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Artık haber kaynağına gitmeyen veya çok az giden, oturduğu koltuktan kalkmayan ve masaya çakılmış, bilgisayar başında birçok sekme açmış bir gazeteci tipi var ortada. Farklı farklı kurumların basınla ilgili görevlendirilmiş görevlinin mailine atacağı haberleri beklemekte veya gelen haberlere bakarak seçme yapan bir gazeteci masanın başında oturmuştur. Bu kişi internet haber sitesinde veya çıkardığı gazetede “dost ve arkadaş” haberlerini yayınlamakta ağırlıklı olarak.

Evet, dost ve arkadaş haberi yapmak sizi bir tarafa moda deyimle yandaş yapar. Bu gazeteciyi ve gazeteciliği körelten başta gelen bir anlayıştır. Gazetecinin duruşu ve felsefesini oluşturan eleştirel yaklaşım bunun sonucunda yok olmaktadır. En önemlisi kamuoyu deniliyor ya, işte bunun adına ses ve vicdan olma özelliğini kaybediyor gazeteci.

Bütün bunları belki gazeteciler ekonomik kaygı adına yapıyor olabilir, ama bilinmelidir ki, eleştirmeyen gazeteci çoktan birçok değer kaybetmiştir, bu kayıpların içinde ekonomi de var. Peki, eleştirel duruş sergileyen gazeteci ne kazanır? Böyle gazeteci en başta onurunu kazanır ve ardından belki de ihtiyacı olan ekonomik değerleri de…

Biraz da içe dönelim.

Aslında eleştirel yaklaşım, dahası meydan okuma gazeteciliği gazeteciler arasında dayanışma duygusunu, birlikte hareket etme refleksini göstermeyi geliştirir. Öbür türlü, birbirini “yandaşlık” ile suçlama olur ki günümüzde en çok yapılan da budur. Bundandır gazeteciler ister yaygın basında, ister yerel basında bir taraf seçmiş, adeta her biri bir kampın aidiyetini taşır hale gelmiştir. Böylesi gazetecilerin ne memlekete faydaları olur ne de bulundukları tarafa…

Bunun neticesinde bugün gerek dünyada, gerekse ülkemizde gazetecilik adı altında yüzlerce kişi tutuklanmış ve cezaevlerinde ömür tüketmektedir. Bu insanlar yasadışı organizasyonlara veya örgütlere üye olmakla suçlanmakta, haklarında “terör örgütlerine üye olma” bile iddia edilmektedir. Bu gri alanda gazeteciliğin nerede başladığı veya nerede bittiği anlaşılmaz olur.

Oysa gazetecinin ve gazetecilik mesleği hukuksal olarak belirlenmiş olduğu alan vardır ve mesleğin gerekleri burada icra edilmelidir. Elbette hak ve hukukunu gazeteci dile getirmeli ve bu anlamda kendini, mesleğini ve meslektaşını savunmalı, demokratik çerçevede mücadele de etmelidir. Bütün bunları yaparken hareket alanı yasal-demokratik bir zemin olduğu unutulmamalıdır. Çalışmasını toplumsal bir sorumlulukla yürütmelidir. Ancak bu şekilde hep dile getirdiği ‘kamuoyunun Sesi Olma’yı ifa etmiş olur.

Muhatabı kim olursa olsun gazeteci gazeteciliğinden ve haberinden taviz vermemelidir. Muhatabı “arkadaşı veya dostu da” olsa haberini yapıp yayınlamalı. Aksi durumda taviz vermiş sayılır ve kaybetmiş olur. Dost acı söyler deniyor ya işte tam da bunu demek istiyoruz.

Dayanışmanın olacağı gazetecilik gerçeği ile ‘GÜN’lere anlam vermeye, diyoruz. Gazetecilikten taviz verilmeyeceği yeni bir sürece, diyoruz. Kopyala-yapıştır yerine habere emek vermenin tekrardan yapılacağı bir basın dünyasına, diyoruz.

21 Ekim’leriniz ve diğer günleriniz kutlu olsun, değerli basın mensupları…

Saygıyla…