Çağlar boyu eğitim insanlığın gelişimine koşut olarak var olagelmiş bir sosyal olgudur. Sosyal olgu olması hasebiyle eğitim bir “insanlaşma” süreci olarak ele alınmıştır. Bu bağlamda eğitim çözülmesi gereken bir olgu da olmuştur.

Eğitim sorununu çözen toplumlar ileriye yönelik hamleler yapmış toplumlar olarak tarihteki yerlerini almışlardır. Eğitim sorunları ile cebelleşen toplumlar ise geride kalmış hatta belki tarihten de silinmişlerdir. Bu bağlamda eğitim toplumlar için bir varoluşsal dinamik olarak da kendini ortaya koymuştur.

Günümüzde de eğitim sorunlarını çözen ve çözemeyen şeklinde toplumları sınıflandırırsak, eğer ülkeleri de gelişmiş veya geride kalmış kategoriler de değerlendirmek mümkün olur.  Tabi eğitim ülkeler için külfetli bir süreçtir ve ekonomik anlamda bir bütçe ister. İşte bu noktada eğitim sürecinin daha sağlıklı yürüyebilmesi için devlet organizasyonu devreye girer ki bu, dün de böyleydi bugün de.

Geçenlerde CNN Türk’te Cem Seymen Finlandiya Eğitim Sistemi’ni araştıran bir program yapmıştı. Bu programı yapmaktaki amaç şüphesiz Türkiye’deki eğitim sistemine bir deneyim örneği göstermekti. Programın adı ‘Başka Bir Dünya Mümkün’ idi. Biz de bu programı dikkatle izledik ve elbette ki izlerken de eğitim sistemimizi değerlendiriyorduk.

Programın adından esinlenerek biz de yazımızın başlığını ‘Eğitimle Başka Bir Türkiye Mümkün’ şeklinde koyduk. Evet, gerçekten eğitimle başka bir birey ve başka başka dünyalar mümkündür elbette.

Tabi potansiyel olarak Türkiye ile Finlandiya’yı karşılaştırmak mümkün değildir; zira en basitinden Türkiye 80 milyonu aşkın bir nüfusa sahip ama Finlandiya sadece 5 milyon. Bunun yansıması olarak Türkiye çok çocuklu bir aile yapısına Finlandiya ise az çocuklu bir aile yapısına sahiptir. Bu gibi yapılar eğitim sistemlerini doğrudan etkilemektedir. Fakat programın amacı şuydu:

“Finlandiya eğitim sistemini nasıl oturtmuş ve bunu nasıl başarmıştır?”

Bu kapsamda sistemde özne olan öğrenciler, öğretmenler ve tabi ki eğitim bakanlığının yetkilileri ile görüşülmüştü. Yetkililer Finlandiya’da eğitim sisteminin kolayca değişmediği yönde açıklamalar yaptı. Türkiye’de ise her bakan değişikliğinde ne yazık ki bir sistem değişikliğine gidilmektedir. Buna bağlı olarak eğitim-öğretim ortamı tabiri caizse, bir yap-boz tahtasına dönmektedir.

Programda bir yetkili şu ince noktayı açıkladı:

“Finlandiya’da her isteyen öğretmen olarak kabul edilmemektedir. Başvuru yapanların yüzde 2-3 ancak sınavları geçerek öğretmen olabilmektedir.”

‘Öğretmenlik Bir Geçim Aracı Şeklinde Düşünülmemeli’

Türkiye’de ne yazık ki yeteneği olan-olmayan herkes öğretmen olabilmektedir. Hatta bu mesleği bir geçim aracı olarak düşünenlerin sayısı çok. Amaç çocuklarımızı eğitmek ve gelecekte eğitilmiş bir nesil bırakmaktan çok işsiz kalmamak ve bu meslekle ailesini geçindirmek için eğitim fakültelerinden mezun olmaktır. Hatta başka alanlarda memur olanların bir kısmı da “yaz tatili uzun” diye meslekler arası geçiş yapmaktadır. Bunu yapanların çoğu eğitim fakülteleri mezunu bile değil.

Anasınıfı gösterildi programın başında. Dikkat çeken ilk husus mevcutların az olmasıydı. 10-15 gibi mevcutlardan söz edildi. Çocukların çok bakımlı olmaları dikkat çeken başka bir husustu. Bu ortamda sadece bir öğretmen değil 2-3 öğretmenin dönüşümlü olarak öğrencilere eğitim vermesi imkanı vardı ki bize göre Finlandiya başarısının sırlarından bir tanesi buydu.

Türkiye’de ise hem anasınıflarında, hem de ilk ve orta öğretim sürecinde sınıf mevcutlarının 35-45 arasında değiştiğini gözlemlemekteyiz. Hal böyle olunca öğretmenin öğrenciyle ilgilenme gücü zayıflar buna bağlı olarak da fark yaratabilme olanakları minimuma düşer.

Türkiye’de eğitim-öğretim alanında öğretmenin çocuğu ileriye götürme otoritesi çok zayıf. Bu durum özellikle konuyla ilgili yasal mevzuatlardan kaynaklanmaktadır. Bu noktada öğretmen öğrenci ve velisi karşısında zayıf bir konuma düşmektedir. Zayıf bir konumda olan öğretmen nasıl başka bir dün yaratabilir? Buna bağlı olarak eğitimle nasıl başka bir Türkiye yaratılabilir?

Şüphesiz gelişme durağan bir olgu değildir ve bir noktada durmaz. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz gelişmede önemli aşama kaydetmiş olan ülkeler eğitim sorunlarını önemli oranda çözmüş olan toplumlardır. Ya da eğitiminde ileri atılımlar yapmış ülkeler ekonomik, sosyal ve hatta siyasal anlamda gelişmiş toplumlar olarak da nitelendirilebilir. İşte yeni bir Türkiye’yi yaratmanın sırrı da eğitim sisteminin bir yap-boz tahtası durumundan kurtarmaktandır.

Eğitime devlet daha fazla bütçe ayırmalı ve devlet okulları daha kaliteli eğitim verme imkanlarına kavuşmalıdır. Günümüzde öğretmenlerin çoğu çocuklarını devlet okullarına göndermemekte özel okullarda kaydını yaptırmaktadır. Bunu öğrenen çocuklar kendini kötü olarak hissetmektedir. Diyorlar “Demek ki öğretmenimiz bize verdiği eğitimi beğenmiyor ki, çocuğunu özel okullara göndermektedir.” Elbette ki bu olumsuz psikolojik ortamı ortadan kaldırmak devletin görevidir.

Son sözümüz şu olsun: Eğitimine bak gelişimini anla!

Saygıyla…