Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yasayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde, bu kez de köpekten korkmaya başlar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya baslar. Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkân yok. Onu eski haline döndürür.

Ve der ki,

"Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O Yüzden ben sana yardım edemem."

Ünlü yazar Shakspeare, bu konuda şöyle diyor:

"İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor…

Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.

Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için."

     Korku ne zaman sarar benliğimizi bilmeyiz… Şeftalinin ne zaman sulandığını, ayvanın ne zaman sarardığını bilmediğimiz gibi… Sadece bir sabah bakarız ki her şey olup bitivermiş… Dünyaya gözümüzü açtığımız andan itibaren çevremizden gelen sayısız korkularla sarılırız. Kuşatılırız her türlü korkuyla. Kurallar dayatılır, uymadığımız takdirde ağzımıza biber sürülecektir, ellerimize ateşlerde korlanmış maşalarla vurulacaktır. Yanan elimiz değildir aslında, beynimizin ortası, bilincimizin en dibidir. Masallarda cinler, devler anlatılır, korkutuluruz. Cehennemle tehdit ediliriz, göreceğimiz azaplar durmadan yüzümüze okunur. Bilmediğimiz, görmediğimiz acılarla titreriz. Sonra büyürüz, bu kez daha acımasız korkular sarar bizi. Kaybetme korkusu, terk edilme korkusu. Severiz, sevdiğimizin bir gün ayrılacağı, bizi bu dünyada yalnız bırakıp gideceği korkusu böler uykularımızı. Severiz, âşık oluruz, aşkımızın terk etmesinden korkarız bu kez yüreğimiz acıyla titrer…

     Sonra jandarmadan korkarız, polisten korkarız… Çocukluğumuzda “Bak asker geliyor, seni onlara veririm ha!” diyerek uyutuluruz akşamları… Asker, polis bizim en büyük öcümüz olur nedense… Konuşmaktan, düşünmekten korkarız… Gün olur kitap okumaktan korkarız. Kitap okuyanların yanına sokulmaktan… Hata gün olur kitaplarımızı alır, gizlice yakarız, ya da toprağa gömeriz torbalarla. Büyüyene kadar dünyada ne kadar korku varsa, hepsiyle tanışırız. Ömrümüzde bir kez olsun yılan ya da akrep sokmamıştır bizi, zehrini akıtmamıştır kanımıza ama yılan ve akrep denilince korkuyla ürperir tüylerimiz… Neden acaba.?

     Gün olur ölümden korkarız… Ölüm korkusu sarar bedenimizi… Öbür dünya ile ilgili çocukluğumuzdan bu yana işittiklerimiz çınlanır beynimizde. Öbür dünya denilince nedense hep ateşi anımsarız… Kaynayan katranın içinde avazımızın çıktığı kadar haykırdığımızı görürüz rüyalarımızda. İnce ip gibi bir köprüden düşeriz hep nedense. Her geçen gün hayatımızdan akıp giden zamanın ardından ağlarız… “Ah” deriz, “gençlik kayıp gidiyor ellerimizden. Yaşlılık gelip dayandı kapımıza…” şakaklarımıza düşen aklar bizim dünyaya bakışımızı değiştiriyor neden acaba? Saçlarımızdaki akların sayısı arttıkça, kendimizi neden bıkkın, yalnız, umutsuz hissederiz. Yaşlılık niçin bu denli korkulan bi’şey dersiniz? Yüzümüzde oluşan çizgiler korkularımızı artırıyor neden?

     Sonra düşeriz kaybolan yıllarımızın peşine her yerde onu ararız…

     Bulamayınca kederleniriz. “Keşke”lerle koyun koyuna yatarız her gün yalnız odalarımızda. Çocukluğumuzu yaşayamadığımız gibi, gençliğimizi de yaşayamamaktan şikâyet ederiz. Sonra bir bakarız ki aslında hayatı tam anlamıyla yaşayamamışız. Hakkını vererek, dolu dolu…

     Korku…

     Bir şeftalinin sulanması gibi, milim milim siner bilinçaltımıza. Korkularla büyürüz, onlarla şekillenir tüm kişiliğimiz. Töreler, yargılar, toplumsal ayıplar, dini değerler, cehennem, zebaniler, devler, cinler… Bizi bizden alıp bambaşka bir kişiliğe büründürür… Sonra fare gibi her şeyden, herkesten korkarız… konumumuz ne olursa olsun hep hayatın acımasızlığından şikayet ederiz. Fare de olsak, kedi de, kaplan da fark etmiyor nedense…

     Korku bir kere genlerimize sinmiş, bizi kemirmektedir.