Korona virüsü nedeniyle eğitim-öğretim sezonu gibi seyircili oynanan spor müsabakaları da yarım kalmıştı. Virüsün etkisinin kırıldığı ve “normalleşme” sürecinin otoritelerce başlandığı şu aralar, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de futbol ligleri için seyircisiz olmak koşuluyla ülkeler federasyonlarınca ‘oynanabilir’ dendi. Yapılan hazırlıkların arından takımlar sahalara çıkmaya başladı. Ligler kaldığı yerden oynanan karşılaşmalarla bitirilecek.

Futbol bir şov oyunu ve sanki seyircisiz oynanmazmış gibi bir his var insanda. Verilen aradan sonra saha çıkan futbolcuları daha da motive ve oyunu estetize etmeleri için tribünlerde ‘yapay taraftarlar’ oluşturuldu kulüpler tarafından.  Anlaşıldı ki, taraftar zevki, oynanan oyunun tuzu, biberi ve oyuncuları hırslandıran, yeteneklerinin zirvesine çıkaran tribün olgusu olarak futbolun olmazsa olmaz ayağı, tamamlayıcısı.

Bizler yapılan maçları her zaman olduğu gibi televizyon ekranlarında izlemeye çalışıyoruz. Futbolcuların, seyirci dahası taraftar olmadan gevşek bir performans ortaya koydukları gözlemledik. Hatta taraftar olmadan hakemlerin bile seyircisiz ortamda istekli düdük çalamadıklarını farkettik. Ekranların başında olan bizler maçı anlatan spikerlerin de çok canlı ve heyecanlı konuşamadıklarına tanık olduk.

Belki de en önemlisi futbolun para üzerine sadece kurgulu olmadığı anlaşılacak bu dönemde; çünkü taraftarlar maçlara zevk verse vermese paralarını alan futbolcuların performanslarında bir değişikliğin olmaması gerekiyordu. Daha açık bir ifadeyle paralarını alan oyuncuların her zamanki formu ortaya koymaları bekleniyordu, ama olmadı. Ancak görülmektedir ki “Re re re r ara ra…..”, “…. Sen çok Yaşa, Canım Feda Olsun Sana…”, “ Burası…, Burdan Çıkış Yok”, “Saha İneriz….!”, “ …..Hakem!....Hakem!” tezahüratları olmadan sahaya her hangi bir coşku yansımıyor.

Taraftarların müsabaka oynarken yaptıkları değerlendirmeler, hakem kararlarına itirazlar, davul ve darbuka sesleri, kapalı-açık tribünlerin tezahürat paylaşımı yani genel anlamda seyirci uğultusu sahada oynayan oyuncuları müspet anlamda etkiliyor. Hele maç sonunda galip gelen takım oyuncularının tribünlere çağrılması “Kaptan takımı buraya getir!” tezahüratıyla zaferin taraftarlarla paylaşımı futbolu futbol yapan şovlardan birisidir. Ne yazık ki bütün bunlar olmayınca…

İnanıyorum ki, her şeye rağmen futbol karşılaşmalarının her anında yaşanan olumsuzluklara rağmen hakemler başta olmak üzere, kulüp yöneticileri, maçı anlatan spikerler de futbolcular kadar seyirciyi özlemiş, özlemektedir. Deplasman takımlarının yönetici ve oyuncuları bile çektikleri sıkıntılara rağmen seyirciyi, tribünü özler; onsuz olmaz diye düşünmektedir.

Futbol sektöründe çalışan herkes maddi açıdan bulunduğu konum gereği karşılığını alır bir şekilde. Oyuncusu, hocası, malzemecisi, doktoru, top toplayıcısı… Bir şekilde emeğinin karşılığını alır ama taraftar madden hiçbir şey kazanmaz. Tribündeki simidi ve çerezi onun için işin cabası…

 Ancak taraftar manen kazanır ki takımı galip geldiği zaman coşar, eğlenir veya manen kaybeder ki takımı kaybettiği zaman üzülür, kahrolur. Kazandığı zaman takımı harcadığı para, gözüne gelmez; ama kaybettiği zaman, bu kez olmadı, önümüzdeki maç bakalım, der.

Evet, kendine has bulaşıcı özelliği olan koronavirüsün futbol özelinde spora da büyük bir darbe vurduğu bir gerçek! Hiç bir şey eskisi gibi olmaz deniyor ya, sanki futbol da eskisi gibi olmayacak bir hisse kapılıyor insan. Temelinde bir psikolojik olgunun yattığı bir oyun olan futbol elbette yaşadığı bu durumdan dolayı üzgün. Futbol camiası elbette ki bir çıkış arıyor, bir çözüm bulma gayretinde. Ancak her şey gerçekleşecek olan sağlık alanındaki başarılara bağlı.

Dünyaca ünlü futbol yazarı olarak kabul edilen Simon Kuper, diyor ki, “ Futbol Asla Sadece Futbol Değildir.” Bütün bu yaşananlara karşılık sporla ilgilenen hem birey, hem de spor kitlesi olarak diyoruz ki “Futbol Asla Seyircisiz Futbol Değildir!”

Bir kitle sporu olarak futbol, başta basketbol ve voleybol olarak takım oyunu sayılan spor dallarından daha fazla toplumu etkilemektedir. Futbol kimi zaman dayanışma, kimi zaman da kavgacı yönüyle şehirleri, caddeleri, sokakları ve hatta devletleri etkilemiştir. Kavgacı yönüyle tarihte bazı “kara sayfaları” olan futbol her şeye rağmen toplumda büyük coşkulara neden olmuştur.

Tuttuğunuz takım kulüpse taraftar dayanışması yaşıyorsunuz; tuttuğunuz takım ulusal takım ise milletçe dayanışıyorsunuz. Eğer ulusal takımınız kıta veya dünya şampiyonluğu kazanmışsa milletçe ve devletçe kenetlenir, coşar eğlenirsiniz. Klasik bir lafla noktalayalım:

“Futbol Böyle Bir Şey”. Nasıl Bir Şey? Onu da siz söyleyin.

Saygıyla…