Hakkında yazacağımız herkesi her halükârda yorumumuzun nesnesi yaptığımız için bazı konularda yazmak oldukça zordur. Garibe Gezer de böyle bir konu. Hem bedeniyle hem hikayesiyle ve hem de ölümüyle bir yazıdan çok ötesi. Adil olduğuna inandığım bazı gazeteciler tam da modern dünyaya yakışır bir soğukkanlılıkla cezaevindeki şartlarını ve devam eden süreçleri kaleme aldı. Avukatı açıklamalarda bulundu, Garibe Gezer’in cansız bedeni insanlık onurunu en aşağı çekecek bir biçimde cezaevinden çıkarıldı ve kötülük, yeniden en sıradan haliyle düşünce ve hissiyat mekanımıza sığmak zorunda kaldı.
HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun 10 Aralık 2021 tarihli meclis konuşması bu kötülüğün, sıradanlığından bir nebze çıkarıldığı bir konuşma. Konuşmayı mecliste dinleyen bazı vekiller bu durumu fark ettiklerinden, yüksek sesli itirazlarla engellemeye çalıştılar. Peki cezaevinden ölü bedeni çıkmış bir kadının hikayesi neden tedirgin etti Gergerlioğlu’nu dinleyen bazı vekilleri? Sosyal Bilimcilerin sıklıkla karşılaştığı bir kavramdır ‘Kötülüğün Sıradanlığı.’ HannahArendt’in 1963 yılında yazdığı “Kötülüğün Sıradanlığı” eseri, Yahudi soykırımının önemli aktörlerinden biri kabul edilen Alman subay Adolf Eichmann’ın 1960 yılında Kudüs’te görülen davasındaki gözlemleri ve notları sonucunda ortaya çıkmıştır. Nazi Almanyası’nda Yahudilerin toplanması ve kamplara yerleştirilmesinden sorumlu olan Eichmann, dava süresince suçlamaları reddetmiş, savunması boyunca sadece emirleri yerine getirmiş sıradan bir insan olduğundan söz etmiştir. Bu açıklamaları gözlemleyen HannahArendt, “kötülüğün sıradanlığına” değinmiştir. Öte yandan ihbar, yakalanma ve tehcir süreçlerinde, bizzat Yahudi yetkililerle işbirliği yapılmış olduğundan kötülük sıradan olmakla birlikte yaygın ve merkezi bir hâl almıştır artık. Dolayısıyla Arendt’e göre Eichmann’ı tek başına suçlu göstermek anlamsızdır zira o sadece iyi bir devlet memuru olmaya çalışan sıradan bir adamdır. Asıl mesele kötülüğün olağan hale getirilmiş olması, üst düzey yetkililerinin ‘kötülük’ sürecine dahil olması, kötülüğün rasyonalizeedilmesi ve trajik sonuçlarının dahi bir görev zinciri içinde olağanlaşmasıdır. Dava boyunca Eichmann, savunmasında, yasalara ne kadar bağlı bir vatandaş olduğunu, söz konusu katliamların halkalarından birinde yer almıyormuş gibi, soğukkanlı bir tavırla ifade etmektedir. Tüm yaptığı, “yasalar çerçevesinde” emirleri yerine getirmektir. Arendt’e göre, Eichmann ve onun gibi davasına bağlı yetkililerin en büyük suçu, “fikirsizlik”tir; yani eylemlerinin varacağı sonuçları düşünme yetisinin rafa kaldırılmış olmasıdır. Bu durumda Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun Garibe’nin mektubunu ve durumunu izaha çabaladığı meclis konuşmasında, itiraz eden ve seslerini yükselten vekilleri ve Garibe ile ilgili vicdan dışı manşetler atan gazeteyi Eichmann ile mukayese etmemek zordur.
Bir diğer konu Garibe’nin cenazesine yapılan haksızlıktır. Kürtlerin cenazelerine yapılan ilk haksızlık değildir bu elbette. Türkiye’de politik ölümler söz konusu olduğunda karşılaştığımız durumu akademisyen Hişyar Özsoy çalışmalarında sıklıkla ele alır. Bir demecinde dile getirdiği üzere; ‘Aslında ölürken de eşit değiliz. Öldükten sonra da eşit değiliz. Türkiye’ye baktığınız zaman insan gibi ölünmesine müsaade edilmeyen çok fazla sayıda insan var. Biz onlara öteki diyoruz. Fakat bu öyle çok rastlantısal, tesadüf, birkaç tane kendini bilmezin yaptığı bir politika değil. Tarihsel olarak yüz yıldır bu coğrafyada ötekinin ölüsüne bir şekilde layık görülen ölme biçimleri bunlar. Alabildiğine de maalesef devam ediyor.
Garibe Gezer’in güzel ruhuna rahmet diliyor ve adaleti tümüyle seyredeceğimiz bir alemde kavuşmayı diliyorum.