Geçen hafta 24 Temmuz Basın Bayramı çok sönük bir şekilde ve oldukça dar bir alanda kutlandı. Buna kutlanma diyebilsek keşke. Kısaca bugünün anlamını hatırlayalım:
24 Temmuz 1908 gününde gazeteler sansüre uğramadan okurlarına merhaba dedi. Yani o gün, basının üzerinde sansürün kaldırıldığı gün olarak tarihe geçti. O nedenle her gün şekilsel de olsa Basın Bayramı kutlanmaktadır.
Bu gün vesilesiyle geçen hafta aramızdan ayrılan gazeteci dostum Rıza Zıngal’ı hem anarak, hem de bu yazıyı ona ithaf ederek Basın Bayramı olan günü biraz daha anlamlandırmış olayım, diye düşünüyorum.
19 Temmuz 2020’de gazeteci Rıza Zıngal hayata gözlerini yumdu. Bu haber, sevenlerini, dost ve arkadaşlarını üzdü. Rıza’yı gazeteci ve yazar dostları anlatacak, yazacak ve anılarında yaşatmaya çalışacak önümüzdeki yıllarda. Tabi sorumluluk duyanlar bu işi yapacak.
Çok renkli bir kişilik olan Rıza Zıngal, gazeteci olarak bilinir ama baktığımızda ticaretle uğraştığını, hatta çiftçi olduğunu veya kültür-sanatla ilgilenerek Yılmaz Güney Kültür-Sanat Vakfı’nın Başkanlığı yaptığı ortaya çıkar. Ben burada onun gazetecilik tarafını değerlendirmek istiyorum. Peki, ne zaman tanıştım onunla?
Rıza Zıngal’ı 1994 yılında Özgür Ülke Gazetesi’nin İzmir Bürosu’nda tanıdım. Gazetenin bu bürosuna hasbelkader atandığım zaman ilk tanıştığım kişilerden biri büronun temsilcisi Serdar Karakoç oldu. Daha sonra Serdar, büroda haber şefi olan Rıza’yı odasına çağırdı ve haber şefliğim yapacak olan bu insanla böylece tanıştım. İlk izlenimim kafamda olan soru işaretleriydi: acaba bu insanla verimli çalışabilecek miyim? Bunun yanı sıra Rıza yapıcı bir kişi olduğunun sinyalini de vermişti.
Mardin Büro temsilcisi iken İstanbul’a, ardından İzmir büroya gitmiştim. Şimdi biraz da Mardin özelinde Özgür Gündem Gazetesi’nin kapanmadan önceki son dönemi ile ilgili yaptığımız gazetecilikten söz edeyim. Çünkü bu kulvarda yapılan gazetecilik hemen hemen tüm çalışanlarının ortak yaşamıdır. Herkes her an gözaltına alınabilir, tutuklanabilir, kaçırılabilir vs..Yani A muhabiri anlatıldığı zaman B muhabiri de anlatılmış olur.
1990 yıllarında Kürtler uzun yıllar sonra basın alanına adım atarak resmi başvurular yaptıktan sonra gazete ve dergiler çıkarmaya başlar. Bu yıllarda Welat Gazetesi ismiyle haftalık bir Kürtçe Gazete de çıkarırlar. Tabi bunun dışında iki dilli- Türkçe ve Kürtçe- gazete ve dergiler de çıkıyordu ve 1900’lerin başı gibi yine Bab-ı Ali ‘de yani basının başkenti olan İstanbul’da Kürt aydınları basın-yayın alanında boy veriyordu. Evet, artık kamuoyunda “Kürt Basını” diye bir kavram konuşuluyordu. Tabi bu durum Kürtlerin hoşuna gidiyor her ne kadar süreç içerisinde bir dizi zorluklarla karşılaşılsa da. Ama ne hikmetse daha sonra “Kürt Basını” adı silindi; yeni adı artık “Özgür Basın” idi. Neyse…
1990’larda, 1900’lerde olduğu gibi, İstanbul’dan Hakkari’ye kadar gerek bizzat Kürt basının profesyonel aktörleri gerekse okurları bir dizi zorluklarla karşılaşıyordu. Çalışanların her anı “Ateşten Gazetecilik” adeta herkesin çantasında fotoğraf makinesinin yanında bir de kefen bulunuyor. Dönemin devlet aklı Kürt basınına tahammül edemiyor, peşin hükümlerle yaklaşıyor, ona göre de davranıyordu. Kürt basın mensupları her zaman ve her yerde takip ediliyor, gözaltına alınıyor, cezaevlerine atılıyor, mahkemelerden 10-20-30 yıllık cezalar veriliyor veya milyarlarca maddi para cezaları, bir de sürgünler işin cabası…
Bir de şöyle bir deneyimimiz var: Genel olarak Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı doğu illerinde yapılan gazetecilik ile batı illerinde Kürtlerin yaptığı gazetecilik arasında biraz fark vardır. Doğu’da baskı çok sert iken, batıda biraz daha yumuşak. Tabi bu yıllarda Güneydoğu’nun neredeyse tamamında Olağanüstü Hal uygulanıyor, bununla beraber vatandaşlar “Olağanüstü Bir Yaşam” ile karşı karşıya. Bu yıllarda en son görev yaptığım yer Mardin. Biz de adı geçen uygulamalardan payımızı aldık, desek ayıp olmamalı. Mecburen yer değiştirdik, önce İstanbul’a gazetenin merkezine ardından İzmir Büro…
Yıl 1994, İzmir Büro’da gazeteciliğimiz devam etti. Haber Şefimiz Rıza Zıngal. Muhabir arkadaşlarımız Namık Alkan, Çiller Yeşil, Oğuzhan Öğrük, Tahir Ertaş ve deneyimli gazeteci, spor haberlerinden sorumlu Okan Yüksel abimiz. Bir de gazetenin dağıtım işlerinden sorumlu Levent arkadaşımız.
Düzenli bir ortamda haberler yapılıyor, haber gündemi toplantılarımız gerçekleşiyordu. Ayrıca dönüşümlü olarak belli bir süre her muhabir siyasetin yanı sıra spor, ekonomi, yerel yönetimlerle ilgili habere giderdi. Bunu sağlayan haber şefimiz Rıza Zıngal’dı. Disiplinli çalışmayı dayatıyordu bizlere.
Hiç unutmuyorum, beni habere gönderecek ama önce hazırlık yapmak gerekli. Anlatmaya çalıştı, şöyle-böyle derken İzmir’i bilmiyorum ya o psikoloji ile sıkıntı yaşıyorum, birden dedim ki “Bunları anlatıyorsun ama ben İzmir bilmiyorum ki”
Cevabı: “Gazetecinin felsefesinde bilmiyorum, yapamayacağım yok Faraç. Habere gideceksin ve haberini yapacaksın.” Tabi kızarak değil. Hiçbir şey demeden aldım çantayı dışarı çıktım, habere gidiyorum yolda muhasebe yapıyorum bir yandan. Rıza’nın o sözlerinden sonra kendime güvenim öyle arttı ki hakikaten gazetecilik lügatımdan “Bilmiyorum”u çıkardım.
Bir de şunu söylerdi, baktınız haber çıkmadı o zaman yapacağınız şey muhataba soru sormaktır. Gazetecinin özelliği doğru anda ve doğru yerde soru sormaktır.
Bir gün İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura’nın kahvaltılı basın toplantısına gittim. O ara yerel yönetimlerle ilgili haberlere gidiyorum. Başkanın gündemi su faturalarını ödemeyen kurumlarının sularının kesilmesi. En arkada oturuyorum, utangaç bir şekilde kahvaltı yapıyorum, hemen yanımda Cumhuriyet Gazetesi muhabiri oturuyor. Başka da kimseyi tanımıyorum. Başkan askeri ve emniyet kurumlarının sularının kesilip kesilmeyeceği konusunda her hangi bir açıklama yapmadı sunumda. Soru cevap faslında da bu gündeme gelmeyince heyecanlı bir şekilde el kaldırarak soru sormak istedim. Sayın Özfatura elimi havada görünce buyurun dedi, orada bir arkadaşım soru sormak istiyor.
Dedim ki Sayın Başkan siz emniyet ve askeri kurumlarından söz etmediniz, onların da sularını kesecek misiniz?
Hayır, dedi. Çünkü onların borçları yok.
Dedim ki ya borçları olursa…? Keserim o zaman, dedi.
Neyse büroya döndüm, moralim bozuk. Rıza geldi, ne oldu dedi. Hiç dedim haber çıkmadı, ondan moralim bozuk, dedim. Soru sordun mu peki, deyince evet dedim. Sorduğum soruyu ve aldığım cevabı söyledim. Otur haberini yaz, çok güzel bir haber çıktı, dedi. Tebrik etti ve dedi ki, eğer sürdürürsen işi iyi bir gazeteci olursun.
Haber metnini yazdım ve ona verdim, ertesi gün haberim ekonomi sayfasında manşet olarak çıktı. Çok şaşırmıştım ve inanmakta zorluk çektim yaptığıma.
Büroda zaman zaman onunla konuşurdum, genelde az konuşurdum, o da tanımaya çalışıyordu. Sosyoloji mezunu olduğumu öğrenince daha da değer verdi. Yapıcı bir arkadaştı. Muhabirleri habere çok güzel motive ederdi. Son yılları hastalıklarla geçti diye biliyorum, acı da çekmiştir mutlaka.
Vefatıyla ilgili birçok dostu bir ilan vererek hem anmışlar, hem de üzüntülerini dile getirmişler. İlanda onun için “Bu adaletsiz dünyada bir isyancı kaybettik!” ifadesi onun mücadeleci, demokrasiye olan inancını özetlemektedir.
İçimizde hep yaşayacaksın sevgili Rıza. Güle Güle!
Saygıyla…