Çin’in Wuhan kentinde ilk ortaya çıktığında “Çin bize binlerce kilometre uzaklıkta, virüs bize ulaşamaz” diyerek, dalga geçtiler.

Çok geçmeden İran, ardından İtalya, İspanya, ABD derken, 21 yüzyılın ilk çeyreğinin en ölümcül salgını Türkiye’nin de kapısını çaldı.

İlk ölüm vakasının açıklanmasından sonra yayılma ve ölüm hızı her gün artınca hükümet bir takım tedbirleri devreye koydu.

İlk tedbir maske ve sosyal mesafenin korunması oldu.

Ardından sokağa çıkma yasakları geldi.

Toplu mekanlar kapandı sonra.

İş yerleri zorunlu olarak üretime ara verdi.

Sağlık çalışanları bir seferberlik halinde mücadele ederken, toplum izole altına alındı.

20 yaş altı ve 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı getirildi.

Bu tedbirler etkili de oldu.

Koronavirüsün yayılma hızı düştü, ölüm oranları her gün 15-30 arasında kalıcı bir seyir izlemeye başladı.

Ardından normalleşme sürecine girildi ve tedbirler gevşetildi.

Oysa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Bilim Kurulu Üyeleri, normalleşme sürecine giriş sürecinde “kontrollü geçiş olacak” demişti.

Bizim toplum ve yerel yöneticiler bu süreci “korona bitti, eskiye kaldığı yerden devam” diye algıladı.

İlk tedbir yöntemi olan maskeler ilk olarak çıkarıldı.

Sosyal mesafe sıfıra indi.

Diyarbakır, birçok kentten avantajlı konumdayken bir anda “pik” yaptı.

Bunda geleneksel alışkanlıklar etkili oldu.

Bayramda, yasak olmasına rağmen mezarlıklar doldu taştı, bayramlaşma ziyaretleri gerçekleştirildi.

Düğün salonları ve taziye evleri yasaklı olmasına rağmen kına-nişan-düğünler evlerde yapıldı;  Taziyeler işyerlerinde ve yine evlerde kabul edildi.

Toplumun duyarsızlığına kentteki tedbirlerin gevşetilmesi eklenince koronavirüs Diyarbakır’ı mesken seçti.

İl Pandemi Kurulu’nun kararları doğrultusunda yeni kararlar yeniden devreye konulmaya başlandı.

Bu kararlar, bir önceki kararlar gibi bir hafta uygulanıp rafa kaldırılacaksa hiç alınmasın daha iyi.

Sosyal mesafeyi koruyalım, maskemizi takalım.

Düğün ve yaslarımızı bir süre erteleyelim.

Bu işin şakası yok!

Yoksa en çok desteğe ihtiyacımızın olduğu bir süreçte sevdiklerimizden uzak, yalnız başımıza kalabilir, musalla taşına konulmadan, helallik alınmadan bu dünyadan göç edebiliriz.