İsmet SİVEREKLİ

Müslüman halklar, onları ötekileştirip şeytanla özdeşleştirdiler. Bir de  isimlerinin başına Y harfini koyarak, soykırımdan geçirdiler. Kendi soydaşları olan Müslüman Kürtler ise, bu katliamlara önayak olmuşlardır.

Batının istihbarat laboratuarlarında doğumu gerçekleştirilen DEAŞ, bölgeye geldikten sonra ilk hedef olarak Ezdî Kürtler’i seçmiştir.

Son yıllarda yıldızı parlayan Fırat Vadisi’nin usta romancısı Rıfat Mertoğlu, yeni romanı ‘Çatlamış Nar Yarası’ ile yukarda anlatılan Ezidilerin trajedisini gündeme getiriyor.

Yazarın Klaros Yayınları’nda çıkan 16 hikâye ve 174 sayfadan oluşan romanı, akıcı bir dil ile yazılmış ve okuyucuyu metnin içine çekiyor. Mükemmel bir şekilde kurgulanmış olan romanın başkahramanı,  doğum sırasında sakat kalan 14 yaşındaki Şoro’dur.

DEAŞ, Koço köyünü basarak, başta dedesi HemoŞoro olmak üzere tüm erkekleri öldürüp kadınları ve kız çocuklarını yanlarına alıp götürmüştür. Götürülenler arasında Şoro’nun annesi Kevê ve kız arkadaşı Mayan Hecî de vardır.

Baskın sırasında Şoro’nun ninesi Hajê, Şoro’nun kundaktaki kardeşi Zerê’yi de yanlarına alarak ağılda saklanırlar. Sonra,  Şengal dağının eteklerinde bulunan ŞîkeftaŞilo adlı mağaraya sığınırlar. Burada Şoro’nun babası RavîBiro’yu beklerler. Bu bekleme sırasında susuzluktan ve açlıktan, önce Zerê, daha sonra da ninesi Hajê ölür. Şoro, mağarada tek başına kalmıştır ve babasını beklemeye devam etmektedir. Burada aklı dara düşmüş imdadına aşkı ve umudu yetişmiştir. Şoro, önce gölgesi ile sonra kendisi gibi sakat kalmış bir kertenkele ile konuşmaya başlar:

‘Sonunda herkes gitti. Yalnız sen kaldın ey güzel gölgem! Babaannemin gözleri zaten beni görmüyor. Delirmiş gibi dolanıp duruyor mağarada. Hiç konuşmuyor. Kardeşim Zerê ise açlıktan, susuzluktan durmadan ağlıyor. Yanımdan bir an olsun ayrılmıyorsun. Tawûsê Melek gönderdi seni, biliyorum. O kutsal meleğin kanatlarının altındaymışım gibi hissediyorum. Beni kötülüklerden korumak için yanımdasın. Koruyucu meleğimsin. Bak bir itirafta bulunuyorum, aslında kendimi bildim bileli hep yanımdaydın ama ben, sen yokmuşsun gibi davrandım. Bağışla!’

Bu diyalogların birinde, dedesi kendisine başta Ezidilerin tarihi olmak üzere, kültürleri, dinleri ve uğradıkları katliamların nedenlerini anlatır. Bu anlatımlar sırasında, Ezidilikte yılanın neden kutsal olduğunu,  Tawûsê Melek ve şeyhleri Şêx Adî hakkında bilgiler aktarır.

Şoro, diyalogun birinde yılanla ilgili şunu aktarır: ‘Efsaneye göre, Nuh Tufanı burada başlamıştır. Nuh Peygamber kocaman bir gemi yapmış, gemiye her canlıdan bir çift almıştır. Derken, Şengal Dağı’nın altından sular yükselmeye başlamış, her yanı sular kaplamış, gemiye binemeyen insanlar boğularak ölmüşler. Sonra geminin altı delinmiş ve gemiye su dolmaya başlamış. Nuh Peygamber ne yapacağını bilememiş şaşkın halde sağa sola koşturmuş. O sırada siyah bir yılan gelmiş, ‘Ben başımı o deliğe sokacağım ve deliğin etrafını sararak onu kapatacağım, böylelikle gemiye su dolmayacak, belki ben öleceğim ama diğer tüm canlılar kurtulmuş olacak,’ demiş. Öyle yapmış, yılan ölmüş ama diğer tüm canlıların hayatı kurtulmuş. Sonra, Nuh Peygamber Allah’a yalvarmış, ‘Allah’ım yılan kendini bizler için feda etti, ona can ver yine yaşasın,’’demiş. Sonra yılan canlanmış, yaşamaya devam etmiş. Babam dedi ki, ‘İşte bu yüzden karayılan kutsaldır ve onu öldürmek dinimizce yasaklanmıştır.’

Şoro, dedesi hakkında ise şunlar aktarır: ‘Dedem de adını biz feqiranların miri olan ve yüz yaşında ölen ‘Dağın Paşası’ lakaplı HemoŞoro’dan almış. Dediklerine göre, HemoŞoro çok başarılı bir mirmiş. O, Şengallı veya Şeyhanlı değilmiş Serqiyan’dan gelen Suriye Êzidilerindenmiş. Henüz çocukken gelip buraya yerleşmiş. Genç yaşında da babasının namının etkisiyle mir seçilmiş. Savaşlarda kısa sürede başarılar göstermiş, feqiranları çok güçlü topluluklar haline getirmiş. Daha sonra HemoŞoro, Şengal’e hükümetin temsilcisi olarak atanmış. Ona Êzidiler ‘Dağın Paşası’ diyorlarmış. Ancak, bazı hataları yüzünden, kısa zamanda otoritesini kaybetmiş. Diyorlar ki, Hemo Şoro, Millik’tekifeqiranların reisi Miradê Serhan’ın on beş yaşındaki kızını kaçırmış. Babasına bir telafi bedeli ödemeyi de ret etmiş. Feqiranlara ait olanların o sınıftaki herkesin ortak malı olduğunu ileri sürüyormuş. Tabii bu davranışından dolayı tüm Êzidilerin nefretini kazanmış. Böylece gözden düşmüş, mirliğini de kaybetmiş. Ancak cesareti ve kahramanlığı dilden dile dolaşıyormuş. Yüz yaşında vefat ettiği gün dedem doğmuş ve ona Hemo Şoro’nun adını vermişler.’

Deneyimli romancı Mertoğlu, Şoro’nun kız arkadaşı Mayan Hecî şahsında tüm Ezîdî kadınlarının direnişini ve mücadelesini gündeme getiriyor. Mayan, DEAŞ tarafından tecavüze uğramış, hamile kalmıştır. Köle pazarında satılmayı beklerken kaçmayı başarmıştır. Ezdî inancı, Maya’nın çocuğu dünya getirmesine karşıdır. Mayan buna baş kaldırır, çocuğun günahının olmadığını bunu yapanların utanması gerektiğini savunarak, ısrarla çocuğu dünyaya getirme mücadelesi verir. Mayan bu tavır ile aslında, kapalı Ezîdî toplumunu sorgulayarak,  toplumda söz hakkı olmayan Ezdî kadınının mücadelesini gündeme taşıyarak, Rojeva’yı nasıl özgürleştirdiklerine dikkat çekiyor.

Mertoğlu, romanında buna benzer bir çok hikâyeye yer veriyor. Ezdîlerin trajedisini çatlamış nara benzeten yazar; “Nar, narindir, bu çatlamış nara iyi bak. Önce hafiften tende açılan yara gibi küçük bir çatlak oluşur, zamanla çatlak büyür, açılan yerden nar taneleri dökülür, uzağa savrulur, sonra toprakta çürür gider, yok olur. Narın çatlamış yarasından içeriye kurtçuklar, sinekler dolar, kuşlar gelip konar, gagalar. Kalan sağlam taneleri de onlar yok eder. Biz Êzidilerin yarası da çatlamış nar yarasına benzer Şoro.”

Ortadoğu’nun kadim halkı Ezîdîleri merak edenlere tavsiye ederim. Onların kapalı ve egzotik  toplum yapılarını, inançlarını, kültürlerini öğrenmek isteyenler için türünün en iyi romanları arasında olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Roman akıcı, sürükleyici ve okuyucuyu metnin içine çekerek tarihi gezintiye çıkarıyor.

Editör: TE Bilişim