Köşe yazarlarımızdan Rıfat Mertoğlu, şair Hüseyin Peker’le konuştu. Şair Hüseyin Peker’le şiir, edebiyat, acılar ve insanlar üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. O, bir şair, yaşamı şiirlerle çevrili. Kasırgalarla devinen ruhu, şiirle yetinmiyor, öyküler, romanlar da yazıyor. İzmir’de yaşıyor şair, yalnızlığın, acıların, uçarı bir yaşamın yorgun gönüllüsü. Ben onu ortaçağ sofilerine benzetiyorum, kalabalıklar içinde alıp başını kuytuluklara çekilen, yalnız kalmayı seven, şiire ve yazıya yakın olmak için inzivaya çekilen bir çilekeş o. Şiirlerinde iyi ve kötüyü, karanlıkla aydınlığı, sevinçle hüznü, mutlulukla kahrı, ölümle yaşamı yine bir sofi sabrıyla işliyor. Halktan biri, halkın ve gerçek yaşamın içinden biri Hüseyin Peker..

Yayınlanmış kitapları; Eli Torbalı Adam, Benden Sana Yamalı, Dilsiz Tekneci, Buyrun Arayın, Beni Oyuna Kaldır, Toz Bile Değilken, Hasır Lokantası, Ateşin Zilleri, Engelsiz, Tek Vuruş, Rüzgarlı Ceket, Yazıcı Ya Da Bir Yol Romanı, İnsan arkadaşınındır, Yer Bezinden Bu Köle, İzmirli, Günü gelmeden Taburcu.

1- “İyi şiir, mutlaka yazılan şiirden fark yaratan, özellikleriyle ayırt edilen bir şair tarafından yaratılandır,” diyorsunuz bir söyleşide.  Her şairin kendine özgü bir sesi var, bir melodisi var. Mesela sizin bir dizenizi okusam, orada isminiz yazılı olmasa bile, “Tamam, bu Peker’in şiiridir,” diyebiliyorsam, özgün şiir yaratılmıştır. Şairin kendine özgü bu sesi yakalayabilmesi kolay mıdır? Neler yapmalı?

Kendine özgü ses'ten önce kendine özgü bir dünyaya çakılmak.Bakıştan söz ediyorum. İnsanın kendi bakışını yönetir hale gelmesi..Başka bir deyişle: kendinin yönetmeni... Önce bu aşamalarda,kendimizden emin hale gelmemiz şart. Şöyle ki, herhangi bir dünya olayı karşısında çeki düzen verdiğimiz bir kendimiz var.Baktığımız, güldüğümüz, bazen de sevdiğimiz etkilendiğimizbir dünya yarısı. Biz hep kendimize kapılır gideriz. Onu yönetmekişte. Nerdesin Hüseyin? Buradayım masalları.  Gelelim buradan ses'e. Ses bunun arkasından gelir. Bakmışsınız ki içiniz konuşuyor.Hem de anlamadığınız bir türden. Kendi sesinizle buluşma hikâyesi.Şimdi buraya kadar dediklerimden de anlamışsınızdır. İçimizdeher yakamızı yönetmeye hazır on çeşit eleman yaşar. Biz bir kişideğiliz ki! ... Çoğaldık, seneleri birbirine eklerken…

2-“SamuelBackett gibi bir dağın başında tek başına yaşayan bir insanım. Acı çekmekten hoşlanan bir insanım. Yalnızlığı ve acı çekmeyi seviyorum,” diyen bir şairsiniz. Şiirleriniz ve romanlarınız da hayatın içinden. Şiir, yaşadıklarınızdan ne kadar etkileniyor, yazmak için mi acı çekiyorsunuz?

Acı çekmekten hoşlanan bireyleriz. Zaten neşelenmeye vakit de yok.O kadar güldüğümüze bakmayın. İçimiz kan ağlıyor. İnsan her şeyi başarmış görünmeyi seviyor. Aslında çoğunu başaramaz. Bu iş hazla da ilgili, en çok doyuma uğradığı an da bakar ki, yarın atlatılmışbir durumla karşı karşıya. Biz yarım bırakmışların efendisiyiz. Hepyarım bırakırız, tamamlandı sanırlar. Acıya gelince, tüm bunlardan acılar doğar. Kırmızı biber acıları,hayalden acılar. Aramızda usta kalmadı. Acı çekmek için önce inanmak gerekir; acının bize tat verdiğine. Niye yalnız kalmak ister insan?  Yaşadıklarını özümlemek durumundadır. Ben hepisyan eden biriyim. Acı çekmekten yana alınmış rütbelerim var desem.

3-Toplum sürekli değişim içinde… Edebiyatımız da öyle, Osmanlı’daki aruz vezninden, geleneksel şiire, gelenekselden modern şiire uzanan yolculukta birçok akım edebiyatta etkili olmuştur.  Günümüz şairlerinin çoğunun izleği olan ve Çağdaş Türk Şiirinin en son ve en özgün atılımı olarak kabul edilen İkinci Yeniciler Akımının etkisi şiirimize damgasını vurmuş durumda. Bu bağlamda şiirimiz denizine akarken, kendine uygun nehri oluşturabilmiş mi? Şairle, geçmişi arasındaki ilişki nasıl olmalı?

Şair gençliğinde ilk başta gelenek karşısında tökezler,aldığı eğitim edebiyat bağlantılıysa, dolaylı olarakaruz, hece, divan edebiyatı koşulları arasında yeşerir.Oradan kaynak alıp sadeleşme yoluna girecektir. Ama sokaktan yetişme bir gençse, ilk ittireceği şey,geleneğin tozlu yolları. Bir çeşit başkaldırma yaşar geçmiş şiir yaşantısıyla arasında. Kelimeleri, anlatımı;sil baştan yeniden anlamaya koyulur. Zaten yeraltı edebiyatının doğuşunda biraz yoksulluk, kültürdüşmanlığı sorunu da yatar. Yerlere yatmayı severşair. Farklı maddeler kullanmayı. Onları çağrışımaracı olarak kullanmayı.  Ben şairin gelenek bağıarasında yaşadığı geçmişini bir şekilde olgunşair haline dönüştükçe aşacağını ummaktayım.Geleneksel çizgiye sonradan dönüş yapması şairin biraz bundan. Yaş, şiirin bildik ölçüsüdür.

4-Edebiyat dünyasında bazı çıkar ilişkileri mevcut, bu beni de zaman zaman rahatsız ediyor. Dayanışmadan ziyade kıskançlıklar, dedikodular, çekemezlikler, adam kayırmalar, hem şairler yazarlar, hem de yayınevleri arasında maalesef görülüyor. “Cağaloğlu” isimli şiirinizde bu konudaki siteminizi üzülerek okudum. Özellikle İstanbul’da yaşayan yazar-şairler, diğerlerini ‘Taşralı’ diye niteliyor. Bu anlayış üretkenliğinizi etkiliyor mu?

İnsan da, vahşi hayvan genlerinden aldığı özellikler sayesinde, türlü kötü huyları bünyesindeçoğaltır. Her ne kadar bunları törpülemeye, şekilvermeye çalışsa da,  eninde sonunda birbirine zararveren; insanlık dışı hislerle benzersiz sıkıntılaryaşatan hale dönüşür. Kıskanır, dövüşür, yolunu keser,alaşağı eder. Kavgaysa kavga, çelmeyse çelme. Sevdikleriyle arayı açar, bazen de tersi olur.Sevdikleriyle arayı kapar. Söz ettiğiniz gibi 'taşralı'olma kavramı da bu parçalardan biri.  İlkel duygularla İstanbul ana merkezde olmanınrahatlığıyla her şeyi elinde sanan bir ağabey kitleyle yarışmak durumundadır yaratıcı. Onlarda bu üstünlük varken, onun sadece eldeki üstünperformans haricinde çekilmiş kılıcı yoktur.Gücüne güveniyorsa yer edinir. Öte bir durumiçine girerse,  haliç ve boğazın akıntısında boğulur.

5-“İnsanlar bir dikenli çalı / yangın çıkarmayı sever, ateşi eksildiğinde,” diyorsunuz “Bozgun Tohumları” isimli şiirinizde. İnsanlar gerçekten, çıkarları bittiğinde yangın çıkarmaya meyilli midir? İnsana bakış açınızı öğrenmek isterim.

Ben Avrupa'yı gezmeye yola çıktığımda iki şeyle karşılaştım.Avrupa çok kalabalık ülkelerle dolu değil. Bulgaristan'daotobüsle git git, bir köyle bile karşılaşmıyor. Sonra doğa da tüm batıda disiplin çerçevesinde kırpılmış, şekillendirilmiş.Rasgele büyümeye bırakılmış bir çalı çırpı veya bir ağaç bile bulmazsınız. Köy deseniz bizdeki gibi adım başı bir toplulukbulamazsınız. Kısaca ülkemiz dizginlenmemiş bir kalabalıklaörülü. Bu da her çeşit insanın çoğalması, yeni biçimlerlekarşımıza dikilmesini getiriyor. Çünkü ne üremede, ne de şekilvermede denetim yok. 'İnsanlar bir dikenli çalı' derken bunukastediyorum. Yöremizde birbirine kötülük yapmak isteyenoranı neredeyse yarı yarıya. Birincil sebebi açlık ve yoksulluk sınırında. İşsiz ve sana özenir durumda. Adalet açısında dengesiz farklılıklar süzgecinde yüzüyor, sende var, onda yok.   Onda var,sende yok. Tabi yolunuzu kesecek, kendinden gücü yoksun karşı cinse vahşet yapacak. Önce nüfus denetimi gerekli. O olmadanher insan birbirine dikenli çalı.

6-“Bir çay getir, koyu renk / İki kesme şekerin biri kalsın / Biri beni alsın /Batırsın poker kâğıdına…” Dizelerinizde gerçek yaşamdan bir öykü saklı. Öykünün şiirinizdeki yeri nedir? Şiirlerinizin birer öyküsü var mıdır? Ya da şöyle sorayım, İnsan yaşadığı hayatın dışında yazabilir mi?

Şiirle öykü zaten kardeş. İkisi de kısıtlamalı bir dille çoğalıyor.Hep atarak. Öykünün romandan farkı, onu şiire yaklaştırıyor.Küçük bir alana büyük duyguları sığdıracaksınız. Öykü buyüzden fazlalık barındırmıyor. Şiir de zaten yapısı gereğisözcüklerin budanarak, en tortu biçimde ortaya konuşu.Dilin pür hali ikisi de. Şimdi şiirde öykü, öyküde şiir meselesine gelince. Her şiirinbir öyküsü olmalı bence. Bu şairin içinden geçmeli öncelikle.Demek istediğim narrative (anlatımcı) bir koşul taşımasıdeğil şiirin. Yazılma sebebinden söz ediyorum. Şiirinçoğaltma sebebinin bulunup onu, çeşitli ayrışımlarla kağıda taşıma hali ve bunu bir bütünlük halinde sunma modu;  ister istemez bir öykü düşündürüyor okura da,yazana da. Bunu şair ne kadar saklarsa, okur da bunu dize aralarında, o kadar bulma üstünlüğüne erişiyor.Şiirde öykü biraz da anlatılacak olayın dışına taşmamaklailgili. Örnekse Edip Cansever, 'Masa da masaymış ha' şiirinde baştan başlayıp sonda masayla bitiriyor. SezaiKarakoç, 'Balkon' şiirinde  'Çocuk düşerse ölür, çünkübalkon ölümün cesur körfezidir evlerde' diyor. Sonuna kadar balkon'un tarifi içindeyiz şiirde.

7-Ülkemizde şiir ve şair bolluğu var, Aziz Nesin bir zamanlar 'Bizde her üç kişiden dördü şairdir,' demişti kinayeli bir şekilde. Birçok kişi şiir yazıyor ama buna karşılık şiir kitaplarının okunmadığından şikâyet ediyoruz. Şair ve şiir çokluğu hakkında neler söylemek istersiniz?

Evet, şikâyet olarak söylemiyorum ama çok şiir yazan var.Hatta her geçen gün daha da çoğalıyor. Bu daha titiz şiir üretenleri etkiliyor mu ayırt edemem ama , kolay şiir yazanlar da eksilmiyor. Herkes kendi çizgisinde bir şeyler üretme çabasında. Ve yazdıklarından memnun. Bunun bir yanını onaylamak mümkün değil ama kimseyesen şiir yazma diyemezsiniz. Okur olarak ayırdını yapmaken iyisi. Bir de şiir yazanlara 'şiir eğitimi'  için yollargösterme, ki atölye çalışmaları. Hatta ödüllerin bu konuda faydası var sanıyorum. Ödül alan yapıtların okunmasıörnek yapıt kavramı oluşturuyor genç şairde.

8-Şiiriniz, Türkiye’de hatırı sayılır bir yerde duruyor. İyi bir şair olarak anılıyorsunuz, aynı zamanda öykü ve romanlar da yazıyorsunuz. Şiirden düzyazıya geçmek nasıl bir duygu? Şiir yetersiz mi kalıyor?

Kalıcı olmak, bu koşullarda İkinci Yeni'den sonra, daha dazorlaştı kanımca. Biraz da o dönemin ustaları kadar kalınçizgiler koyan şairler yetişmiyor nedense. Belki birkaç hatırdakalan şiir yeterli olacak bundan sonraki döneme. 'bugün de ölmedim anne' diyen Ahmet Erhan'ın, belki daha başkalarınınşiirleriyle anılması sağlanacak. Öyküye geçiş sorununu dane güzel anlatmışsınız. Yetmiyor bu alan. Hatta öykü de yetmiyor,roman yazarak daha geniş perspektiften bakacağınız inancı yeşeriyor usunuzda. Acaba diyorsunuz, Orhan Pamuk'un'Kafamda Bir Tuhaflık'  la anlatmak istediği şey  bu mu?Öykü ve romana, kısaca düz yazıya (hatta deneme, eleştiri)çalışmalarına da geçişi insanın;  biraz da gözlem gücüyle ilgili. Mehmet Güreli, Ercan Kesal gibi sinemaya geçenler de var. Sezen Aksu gibi şiir koşturup müzikle de içini dökenler var.Gözlem gücünü boşa atmayın.

9-Yazma sürecinizden biraz bahsetmek ister misiniz? Şiiri veya romanı hangi koşullarda yazıyorsunuz? Yazarken bilgisayar mı, kâğıt mı kullanıyorsunuz? Teknoloji ile aranız nasıl?

Yazma işi biraz da yazarın gerildiği bir süreç. O yüzden kendini rahatsız etmekten her türlü kaçınacağı bir ortamdaolması gerekli. Kısaca yalnız olacak. Kapı çalınmayacak,beklenen biri olmayacak. (telefon, randevu, kısaca her türlütakıntı) Ben kâğıt üzerine, sert yazmayan bir kalemle;  baskı yaratmayanbir biçimde yazıp, bilgisayarda temize  çekerken düzeltmeler yapıyorum. Mutlak yalnız olmak koşulum. Bir de pencereden doğa veya şehir görülmeli, gürültüsüz olarak. Çamlar, dinlendiricioluyor örneğin, deniz vs. Bazen müzik de beni çoğaltıyor.Teknolojiyi görmezden geliyoruz. Cep telefonum tuşlu hala. Zaman çalan her şeyden uzağım. Bir de beni erken yaşlandıran.

10-Edebiyat dergileri şairleri ne kadar motive ediyor? İyi bir edebiyat dergisi nasıl olmalıdır?

Edebiyat dergilerini ürün dergileri olarak çıkartmak gibibir alışkanlığımız var. Oysa bir görüş ışığı etrafında yazınsal veya toplumsal bir görüşe hizmet eden bir topluluğun yakın görüşleri çoğaltanbuluşmalarına daha çok gereksinim var.  Örneğin 1970’liyıllarda Hüseyin Cöntürk  eleştirmenimiz bizi‘Yordam' dergisi etrafında toplamıştı. Ve her birimizde birürün bir de denemesel eleştiri yazıları karşılığındabir yayın süreci getiriyordu. Yani yapıtını yayınlamak isteyenbir deneme yazısıyla beraber gelmek zorundaydı. Buna uyduk.Sonuç o yazıları oluşturmak için,  şair ve yazar üzerine çalışıpbir tomar kitap okuyorduk. Çalışkanlık oluşturmuştuk bir,öğrenme sığamız genişlemişti iki. Üçüncüsü de bir 'eleştirme kuşağı'oluşturmaya başlamıştık. Kısaca dergi, sadece ürünlerin üst üste yığıldığı bir ambar göreviüstlenmemeli. Bir görüş ışığı halinde buluşma hizmetine dönüştürülmeli.

11-Bu güzel söyleşide verdiğiniz samimi cevaplar için sonsuz teşekkürler Hüseyin Peker.

Her şey için ben teşekkür ederim Rıfat Mertoğlu. Zihnine sağlık.

Editör: TE Bilişim