DİYARBAKIR - Kuzey Anadolu, Doğu Anadolu ve Batı Anadolu Fay Hattı üzerinde bulunan Türkiye, deprem açısında riskli bir bölge. Bingöl’ün Karlıova ilçesinden başlayıp Marmara Denizi’ne, oradan da Yunanistan’a geçen fay hattında meydana gelen depremler, hat üzerinde ve yakınında bulunan yerleşim yerlerini etkiliyor. Meydana gelen depremlerden sonra her ne kadar “hazırlık” yapıldığı söylense de uzmanlar, fay hattındaki bir çok yerleşim yerinde pek bir hazırlığın yapılmadığını belirtiyor. Kentleşme ve imar düzenlemesinde "rant odaklı" uygulamalar yaşam bulurken, fay hattında yine inşa edilen yapıların denetimlerinin iyi yapılmadığı ifade ediliyor. İktidarın kaçak yapılara ilişkin ücret karşılığında “İmar barışı” adı altında devreye koyduğu af da fay hattındaki en büyük risk olarak görülüyor.

 Deprem fay hattına ilişkin değerlendirmelerde bulunun Jeoloji Mühendisleri Odası (JMO) Başkanı Hüseyin Alan, fay hattındaki riske rağmen Türkiye'nin olası bir depreme hazır olmadığını belirterek, dünyanın en aktif fay hatlarından birinin Kuzey Anadolu Fay Hattı olduğunu söyledi. Alan, bu fay hattının Bingöl Karlıova’dan başladığını ve Yunanistan’a kadar devam ettiğini, burada meydana gelen depremlerin ise şiddetinin 7’nin üzerinde seyrettiğini ifade etti.

 KUZEY ANADOLU FAY HATTI

 Düzce ve Çınarcık’da 1999’daki Kuzey Anadolu Fay hattında meydana gelen büyük depremi hatırlatan Alan, bu fay hattının yaklaşık olarak yılda 25-26 milimetre batıya doğru kaydığını aktardı. Bu fayın üzerinde sismik boşluklar olduğunu bu nedenle büyük depremler beklediklerinin altını çizen Alan, "Bu sismik boşluklardan bir tanesi Marmara Bölgesi’nde ve bu sismik boşluktan kaynaklı meydana gelebilecek bir depremin 7 ve üzerinde bir büyüklükte olması bekleniyor. Bazı bilimsel araştırmalarda ise 7.4 büyüklüğüne kadar ulaşılabileceği ifade ediliyor” diye konuştu.

 BİNGÖL'DE DEPREM BEKLENİYOR

 Bingöl’ün Karlıova ve Yedisu ilçelerinin de bu hat üzerinde bulunduğunu kaydeden Alan, “Orada da 7 ve üstü büyüklüğünde bir deprem beklentisi söz konusu. Bir depremin en büyük şiddeti ve hasarı depremin odak noktasının bulunduğu yer merkez üstü görüyor. Ama bazen bunun farklı boyutları da söz konusu olabiliyor. Mesela geçtiğimiz yıl 30 Ekim’de Sisam Adası açıklarında meydana gelen deprem 6.9 büyüklüğündeydi. En büyük yıkımı 70 kilometre ötede bulunan İzmir Bayraklı’da gerçekleşti. Bunun temel nedeni de oradaki yapıların tamamına yakının bataklık üzerinde inşa edilmiş olmasıydı” ifadelerini kullandı.

 24 KENT FAY HATTI ÜZERİNDE

 Türkiye’de 24 kentin doğrudan fay hattı üzerine kurulduğunu kaydeden Alan, “Erzincan bunlardan bir tanesi. 1992’de büyük bir yıkıma uğradı. Yine Erzincan’da 1939’da meydana gelen deprem Türkiye’de bilindiği kadarıyla yaşanan en büyük depremlerin başında ve 7.9 büyüklüğündeydi. Tokat, Bolu, Kocaeli, Sakarya, Bursa, İzmir, Bingöl, Hakkari bunun gibi birçok kentimiz doğrudan fay zonu üzerinde oturan kentlerden. Bu kentlerin hangisinde deprem meydana gelirse gelsin o kentimiz, ağır hasarlar alacak. Bugün Marmara depreminin konuşulmasının temel nedeni 30 milyona yakın insanın o bölgede yaşıyor olmasından kaynaklanıyor. Türkiye yapı stokunun büyük çoğunluğu, sanayinin büyük bir kısmı o bölgede yer alıyor. Olası bir depremde nüfus yoğunluğu nedeniyle de en büyük hasarın bu bölgenin alacağını ifade edebiliriz” şeklinde konuştu.

 FAY YASASINA İHTİYAÇ VAR

 Yerleşim yerlerinin fay zonları üzerinde inşa edilmemesi gerektiğini kaydeden Alan, şunları söyledi: “Bu yüzden Türkiye’nin fay yasasına ihtiyacı var. Yıllardır bunu ifade ediyoruz. Mesela San Francisco bölgesi ABD’de Kuzey Anadolu Fayına benzer bir fay hattı söz konusu. Ama onlar 1973 yılında fay yasası çıkarmışlar; fay zonu üzerinde yapı yapılmıyor. Bugün Türkiye’de bizim tahminimize göre 1 milyona yakın insan tamamen fay zonu üzerinde inşa edilmiş yapılarda kalıyor. Bizim bunları engelleyecek yasal düzenlemeler yapmamız ve planlama çalışmaları yürütmemiz lazım. Kentsel dönüşüm çalışmalarının tamamen bu alanlarda başlaması gerekir. Şu anda bunu konuştuğumuz anda bile bu fay zonları üzerinde yapıların inşa edilmesi için ruhsatlar veriliyor.”

 TEDBİR ALINMALI

 Türkiye’nin olası bir depreme karşı altyapısının bulunmadığına da işaret eden Alan, “Sisam Adası açıklarından deprem meydana geldi. İzmir’de 9 bina çöktü, o çöken binalara müdahalemiz bir hafta on gün sürdü. Peki, o zaman olası bir Marmara depremi meydana geldiğinde ve 50 bin bina yıkıldığında biz ne yapacağız? Bu kurumsal alt yapıların bunu sorgulaması gerekmiyor mu? Doğal afetler, Türkiye’nin en önemli sorunu. Bizim bu sorunlarla baş edilebilecek stratejiler ve bu stratejileri hayata geçirecek eylemlilikleri mutlaka tanımlamamız gerekiyor. Bunların siyaseti olmaz. Bugün bütün dünya çevre felaketleri ile mücadele ediyor. Kuraklık, iklim değişikliği gibi toplumun genelini ilgilendiren konular politik yaklaşımın dışında ele alınması ve toplumsal mücadele ile kurumsal alt yapıların buna göre oluşturulması ve buna ilişkin tedbirlerin zaman geçirmeksizin ele alınması gerekir” diye konuştu.

 BETON LOBİSİ

 Bugün halen yasal alt yapının olmamasının nedeninin Türkiye’nin 70 yıldır kendisini beton lobisinin istem ve talepleri çerçevesinde şekillendirmesinden kaynaklandığını vurgulayan Alan, sözlerini şöyle noktaladı: “İmar, kentleşme, yapı üretimi-denetim süreçleri tamamen beton lobisini teslim edilmiş durumda. Bugün yurttaşlar barınma sorunundan bahsediyor. Bugün bir yurttaş barınma sorununu çözmek için ya bir emlakçı ya da bir müteahhide gidiyor. Böyle sosyal devlet olur mu? Bizim sosyal devlet anlayışını içselleştiren ve kurumsal yapılarımızı ona göre düzelten ve bunu da aktive eden bir noktadan bakmamız lazım. Barınma sorunu tamamen beton lobisinin istemleri çerçevesinde ya bir müteahhide veya bir emlakçıya teslim edilmiş durumda. Bu rezalet dünyanın hiçbir yerinde yok. En kapitalist olan Amerika’nın bile barınma sorunun bu şekilde çözme anlayışı yok.” (M.A)

Editör: TE Bilişim