Fuat Bulut /Özel Haber

Güneydoğu Ekspres - Diyarbakır  Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Dr. Adnan Selçuk Mızraklı, göreve geldikten sonra neler yaptıklarını, güncel tartışmaları ve gelece dair kent için hayata geçirmeyi planladıkları projeleri gazetemiz Güneydoğu Ekspres’e anlattı. Mızraklı’ya yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:

*Selçuk Mızraklı’yı kısaca kendisinden dinleyebilir miyiz?

56 yaşında, emekli hekimim. Kısa dönem milletvekilliği yapmış ve Diyarbakır halkının layık görmesi üzerine de Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanlığı’na seçilmiş biriyim. Kentte resmedilme biçimim hekimlik üzerinedir. Yaklaşık 30 yılı bulan bir hekimlik pratiği ile birlikte kentte dokunmadığım veya bana dokunmayan çok az insan kaldı diyebilirim. Karşılıklı zor zamanda buluşmuş olmak; bir konfor ve güven müessesine dönüşüyor. Bu anlamda çok bahtiyarım. Bu kenti hep daha iyi olabileceğimiz, birlikte iyileşebileceğimiz bir kent olarak gördüm. Çünkü biz hekimler de hastalarımızla birlikte esasında onları iyi ettiğimizi düşünürken, kendimizi de iyileştiririz. Her insandan aldığınız olumlu bir geri bildirim, sizin için bahtiyarlık vesilesidir. Üç çocuk babasıyım. Bu kentin ruhu, değerleri, ilişkileri, hafızasıyla büyüdüler. Eşimle Diyarbakır’da evlendim, onunla bu kentte tüm yıllarımı geçirdim. Halkla kurduğum güçlü temas biçimleri, bu görev tebliğ edildiği zaman benim için de cazip oldu. Çünkü çalışmayı seviyorum, çalışkan insanları daha çok seviyorum.

“BAZEN RÜYAMDA AMELİYAT YAPIYORUM”

*Hekimliğe özlem var mı?

Bazen rüyamda ameliyat yapıyorum. Samimi söylüyorum rüyamda ameliyattayım. O an ameliyatın zorluğu, sıkıntısı veya güzelliği neyse onu yaşadığım oluyor. Bazen kendime diyorum; 30 yıl boyunca kuşlarla ilgilenseydiniz her kuş cıvıltısı size nasıl bir çağrışım yapardı?

“KAYYIM DÖNEMİNDE KORKUNÇ BİR SAVURGANLIK HAKİM OLMUŞ, ADETA KARA DELİKLER OLUŞMUŞ”

*Her ne kadar daha önce ifade etmiş olsanız bile yine de sormak istiyorum; Seçildikten sonra belediyede nasıl bir mali tablo ile karşılaştınız? Geçen 4 aylık süreçte şu anki tablo nedir?

Öncelikle bu soru için teşekkür ediyorum size. Çünkü belediyecilik denince; kurumun iş ve işlemlerini yürütmesi için kesinlikle mali kaynaklara ihtiyacı var. Ama belediyecilik öyle bir şeydir ki; gerçek anlamda bir halkçı ve hakça belediyecilik yapıyorsanız sizin daha fazla bir takım şeylere ihtiyacınız oluyor. Kayyım döneminde hiçbir zaman olmayan ama bizim dönemimizde çok zengin olan bir toplumsal katılım var. Bu parayla ifade edilebilir bir kavram değildir. Biz, bize devredilen borç yükü üzerinden bir takım özürler üretmenin çok doğru olmadığına inanıyorum.

Seçildikten sonra verdiğim bütün mülakatlarda şunu söylemiştim; çok ciddi rakamlar var ama rakamlar ruhsuzdur demiştim. Önemli olan yapılan işlemleri içeri ve niteliğidir. Bunu mevzuat gereği, hukuk gereği bir değerlendirme gerekiyorsa o yapılacaktır. Bu söylemimin arkasındayım hala. Evet, belediyeler borç bırakabilir. Çok nitelikli hizmetler üretir, bunun finansmanı konusunda borçlanmak durumunda kalabilir, ama onun yaratmış olduğu katma değer o borcu hayli hayli aşabilecek düzeydedir. Bizim gözlediğimiz şuydu; korkunç bir savurganlık, korkunç bir şekilde kendini hukuka veya mevzuata bağlı hissetmeksizin biz ne istersek onu yaparız anlayışı hakim olmuş. Bütün bunlar varken kara delikler oluşturulmuş.

Nereye gittiğini bulamıyorsun. Tüm resmi kurumların uymak zorunda olduğu belge esaslı işleyiş biçimi olmamış. Belediyeye ait şeyler sanki babalarının tapulu malıymış gibi kullanılmış. Veya normalde kamuya dönük yürütülmesi gereken bir takım iş ve işlemler sadece bazı kuruluşlar nezdinde yürütüldüğü görülmüş. Şunu çok açık ve net bir şekilde söyleyeyim; kamu kuruluşları var, o kamu kuruluşları kendi bütçeleri dahilinde yapmaları gereken bir takım işleri belediye marifetiyle yapmışlar. Burada oturup konuşmak gerekir; bu kadar yoksulu olan, bu kadar acısı olan bu şehirde siz gidip bir yerin kapısını ceviz kapı yapıyorsanız oturup düşünmeniz gerekir.

“ÜÇ AYDA 50 MİLYON TL BORÇ ÖDEDİK, HAKKANİYETLİ DAVRANDIK”

Bizim temel politikamız şu, kesinlikle zerre kadar israf olmamalı. Almamız gereken mali tedbirlerin başında kötü israfı önlemek geliyor. İkincisi, kaynakların en verimli şekilde hakkaniyetle kullanılması. Üç, yeni kaynaklar yaratılması. Yeni kaynaklar bulmalıyız ki mevcut yükü azaltabilelim. Dört, güven bağlarının oluşturulması. Almış olduğumuz tedbirlerin sonucunu görmeye başladık. Şunu söyleyebilirim; son üç aylık dönemde en az 50 milyon TL borç ödedik. Bu borcu öderken de doğru mali politika esaslı oldu, bir yanı da bir borç yönetim süreci oluşturduk. Biz borçlu olduklarımıza hakkaniyetli ödeme yaptık. Birine bir lira, diğerine üç lira vermedik.

“TEDBİRLERLE 100 LİRA MALİYETİ 1 LİRAYA DÜŞÜRDÜK”

 Elimizde kaynak olduğu zaman ödememizi hakkaniyetli yaptığımızı gösterdik. Bu, ihtiyaç olduğunda yeniden borçlanma için de güven oluşturuyor. İsrafı önleyici tedbirlerle geçmişte 100 lira harcanmış bir şeyi biz 1 liraya düşürdük dersem yeridir. Bütün belediye emekçileri fedakar bir tutum sergiledi. Bu kentin sevdalıları onlar. Emekçilerimize sizin aracılığınızla teşekkür etmek istiyorum.

“5 YILLIK STRATEJİ PLANI 25 YIL VİZYONUYLA HAZIRLIYORUZ”

Bu arada 5 yıllık Stratejik Plan hazırlığımızı yapıyoruz. 5 yıllık planı, 25 yıl vizyonuyla yapıyoruz. Kentin geleceğine dair ne yapılabilecekleri uzun erimli görebilen bir mercek üzerinden hazırlıklarımızı yapıyoruz.

“ATANMIŞLAR, SEÇİLMİŞLERE SAYGI DUYMALI, YOK SAYMAK KİMSEYE FAYDA SAĞLAMAZ”

*Merkezi idarenin temsilcileri ile diyaloğunuz nasıl?

Şu çok açık, herkesin tespit etmesi gerekir. Bizim gerek bu görevlere talip olduğumuz dönemde, gerekse ondan sonraki dönemlerde kenti bir bütün olarak ele aldık. Yani bu kenti bir üst akıl değil, bir kollektif aklın bu kente egemen olması gerektiğine işaret ettik.

Bu anlamda kentte farklı temsiliyet noktalarında bulunan herkesin bu sorumluluk çerçevesinde davranması gerekir. Biri birini görmeyen değil, aksine birbirinin gözünün içine bakan bir yerden sorunu ele almaları gerekiyor. Biz hiçbir zaman yok sayarak, hiçleştirerek veya etkisizleştirerek görmenin doğru olmadığına hep inandık. Ama buna rağmen merkezi iktidarın erkini burada temsil eden çevrelerde bunun ısrarını görüyoruz. Bunun hiç kimseye fayda getirmeyeceği çok açık.

 “VALİ, BAĞLAR BELEDİYESİ’NE GİTTİ BİZE ‘HAYIRLI OLSUN’A GELMEDİ”

Eğer bir kentte, kentin valisi, adeta YSK’nın kayyım olarak atadığı Bağlar Belediyesi’ni gidip ziyarette bulunuyorsa, kentteki farklı devlet kurumlarının yöneticileri oraya ziyaret yapıp Büyükşehir Belediyesi’ne “hayırlı olsun”a gelmiyorlarsa orada farklı bir bakış açısı, farklı bir anlayış vardır. Evet, bizler seçilmişleriz. Esasında seçilmişler özü itibariyle güçlü bir iradeyi temsil ederler. Seçilmişler seçenlere karşı büyük bir vefa borcuyla doludurlar. Ama atanmışlar kendilerini atayanlara karşı vefa gösterirler. Fakat seçilmişlerin bu pozisyonunu da gözlemek durumundadırlar. Saygı göstermek durumundadırlar. Nasıl ki biz hukuk rejimine idari sistem gereği ne kadar saygılıysak en az o kadar saygı beklemek gibi bir duruşumuz var.

“YOKSULLUĞU YENMEK İÇİN SOSYO-POLİTİK BİR MÜCADELE AKSINI OLUŞTURMAK GEREKİYOR”

*Diyarbakır’ın sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi 1927’de ilk 10’da iken 2018’de 68’ini sıraya gerilemiş durumda. Bu sorunu gidermek ve yoksulluğu azaltmak için neler yapacaksınız?

Dünya’da yoksulluk esasında önemli bir başlıktır. Bu gerek merkezi yönetimlerin, gerekse de yerel yönetimlerin birinci sırada ele almaları gereken bir mücadele alanıdır. Her yerleşim alanı her çevre kendi yoksulluğunu telafi etmeye, gidermeye yönelik birtakım tedbirler almak durumundadır.

Beraberinde de mevcut yoksulluğa dönük en azından geçici gibi görünen pansuman tedbirleri yerine getirmek durumundadır. Kentin mevcut yer altı ve yer üstü kaynakları 68’inci sırada ise üretilmiş bir yoksulluk vardır. Burası çöl değil. Diyarbakır, milyonlarca dönüm alanda tarım ve hayvancılığın yapıldığı, aynı zamanda da cılız bir şekilde endüstriyel faaliyetlerin olduğu bir kenttir. Nüfus özellikleri itibariyle baktığımız zamanda oldukça güçlü bir ticaret hacmini barındırıyor. Aynı zamanda su, enerji, gıda kaynakları gibi 21’nci yüzyılın en temel başlıklarında menba durumundadır. Ortadoğu’nun ticaret merkezlerine veya onların ihtiyaçlarını telafi edebilecek oldukça güçlü bir kapasiteye sahip bir kent. Eğer durum böyle ise burada başka bir sorun vardır. Bütün bunlarla birlikte ortadaki yoksulluğu yerel yönetimlerin tek başına bitirebilmesi mümkün değil. Bu sorun ancak merkezi idarenin güçlü birtakım sosyoekonomik tedbirlerle aşabileceği meselelerdir.

Bizlerin de yapabileceği bir şey yok anlamına gelmiyor. Özellikle kadın ve gençlik temelli olmak üzere bilgi, beceri, sanatkârlık edindirme gibi birtakım programlarımızın yanı sıra bunların üretmiş olduğu ürünlerin pazara ulaştırılması noktasına kadar varan oldukça önemli güç birliği veya dayanışma ekonomileri modelleriyle, az kaynaklarla çok görünür olan veya ciddi çözümler üretebilecek birtakım tedbirlerin alınmasında aracı olmak. Toplumun el ele vermesi gerekiyor. Paylaşarak; zenginliğinizi paylaştığınız kadar yoksulluğu da paylaşmak durumundayız. Bunu paylaştığımız zaman yoksulluğun acısı dinecektir. Meseleye böyle bakarak kentte hakkaniyetle en alttakilerin en fazla gözetileceği sosyo-politik bir mücadele aksının oluşturulması gerekiyor. Bu aksta kentin bütün aktörlerinin paydaş olması gerekiyor. Çünkü bu güçlü bir toplumsal bilinç, duyarlılık ve farkındalık isteyen bir süreçtir. Ben şuna inanıyorum. Buranın üzerinden özellikle çatışmacı dil, söylem uzaklaştırıldığı vakit yani barış ve esenlik politikalarının olduğu bir atmosferde biz yokluğumuzla, yoksulluğumuzla da mücadele ederiz. Bu anlamda herkesin birbirine iyi niyetle yaklaştığı bir atmosfere ihtiyaç var.

Türkiye’de yaşayan farklı inançların, farklı halkların bir arada yaşamasını tesis edebilecek yeni geleceğe ihtiyaç vardır. Yoksulluğu üreten çoğu kez eşitsizliklerdir. Eşitsizliklerin olduğu bir Dünya’da yoksullukla karşılaşırsınız. Biz yerel yönetim olarak kendi hacmimiz çerçevesinde kapasitemizin bilincinde olarak ama toplumun bu konudaki ilgili birçok aktörünü paydaş kabul ederek çalışmalar yapacağız. 10 gün önce kent konseyini topladık. Konseyde bu konuyu konuşarak daha önce yapmış olduğumuz Sarmaşık Gıda Bankası Projesi ve meslek edindirme kurslarından daha kapsamlı bir çalışma yapacağız. Adeta bir sosyal politika okulu oluşturacağız. Gençlik, kadın, çocuk ve yoksulluk temelli projeler olacak.

“KAPATILAN ÇOCUK YAZ KAMPI, KAYYIM DÖNEMİNDE FAALİYETTEYDİ”

*Elazığ Gezin’deki dinlenme tesisiniz, Maden Kaymakamlığı kararıyla kapatıldı. Açılması için girişiminiz olacak mı?

Kentteki dezavantajlı, kendi başlarına tatil yapma fırsatı olmayan çocuklar için yıllardır gerçekleştirilen kamp, kayyım döneminde dahi programı devam etti. Ancak kaymakamlık (Maden) kayyım döneminde programın yapılmadığını söylüyor. Burada bir bilgi eksikliği veya bilerek öyle dile getiriliyor. Ve beraberinde 2016’daki bir terör soruşturmasına işaret ediliyor ki; terör soruşturması binalara, kurumlara dönük yapılmaz. Kişidir, kişiye ilişkin soruşturması da devam eder, buna bir şey diyemeyiz. Ama oraya monte edilmeye çalışılması başka bir niyeti gösteriyor. Yakın bir tarihte tesise jandarma geliyor, geziyorlar ve çıkıp gidiyorlar… Bu konudaki itirazlarımızı yaptık.

“MUKKADESATLAR ÜZERİNDEN TAARRUZLARI KABUL ETMEYİZ”

*Cami tartışmaları hakkında neler söylemek istersiniz?

Mevcut durumu kamuoyuyla paylaştık. Anlatımlarımızı görmeyen yanlı ve belediyenin çalışmalarını etkisizleştirmeye çalışan bir yaklaşımın olduğu çok açık. Mukaddesat üzerinden ya da kutsallar üzerinden, onları kendi hegamonik alanları gibi görüp, oradan serbest atış niteliğinde birtakım taarruzların yapılmasını kabul etmiyoruz. Çünkü mukaddesatlar ve kutsallar bir bütün olarak toplumundur. Hiçbir siyasi çevrenin veya kişinin değildir. Bu konuda gösterecekleri hassasiyeti hayatın her alanda göstermeleri gerekir.

Biz dağdaki karıncaya da bu kentteki ağaca karşı da sorumluyuz. O yüzden ormanlar yanıyorsa orada yaşayan canlıların yanmış bedenleri basına yansıyorsa biz onlara karşı da sorumluyuz. Eğer bu kent büyük tahribatları yaşamış bir kent olarak hafızasından hareketle geleceğini kuracaksa çözüm dilinin herkesle egemen olması gerekiyor. Bizim haktan ve hakikatten yana olmamız gerekiyor. 2 ay önce bu konu hakkında arkadaşlarımla konuştum. Dedim ki; camilerimiz bakımsız, o halıların üzerinde bizim insanlarımız secde ediyor. Bu halıların yıkamasını, bakımını, temizliğini yapalım. Cami sahalarının temizliğini yapalım. Camilerimizde engelli tuvaleti yok, yapalım dedik. Bunları kentteki imamların neredeyse yarısıyla paylaştık. Onların taleplerini dinledik, notlar aldık. Bu alanda biz onlardan daha fazlasını yaptık demek için söylemiyorum. Bunlar bizim sorumluluklarımızdır. Bu tür alanları kimse yarış pisti haline getirmesin. Bunu bilebilecek olan, yani insanlara göstermelik bir takım ritüelleri yerine getirenler değil. Hak Teala’nın defterinde yazılıdır bu. Kimse de bunu bilemez. O açıdan bu konu ile ilgili gelişleri ben tamamen provokatif olduğunu düşünüyorum. Çamur at izi kalır yaklaşımları olduğunu düşünüyorum. Samimi olanlar böyle davranmazlar. Kayyım dönemindeki uygulamaları, icraatları; hukuk, mevzuat, idari gelenekler açısından hazırlıyoruz. Biz bunları tek tek ortaya koyacağız. Burada tarafgirlik söz konusu mudur? Hz. Ali’nin bir sözü vardır; Haksızlıklar karşısında susan şeytandır. Eğer kimse dilsiz şeytanlardan olmak istemiyorsa hakkaniyetle davranmak durumundadır.

“SAHABELERİN SANCAĞI GERİ GETİRİLMELİ”

*Hz. Süleyman Camii’ndeki sahabelere ait sancağın “hırsızlık vakaları nedeniyle korunamayacağı” gerekçesiyle Gaziantep Müzesi’ne gönderilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kent ve kentin değerlerine, kutsallarına sahip çıkma anlamında hassasiyet gösteriyorsak her noktada göstermemiz gerekir. Kutsallar sadece mabetlere ve inanç alanlarına özgü değildir. Kutsallar manevi olarak biriktirilmiş bütün değerler sistemidir. Bu anlamda bunu cisimleştiren hatta adresleştiren anlayışlar dinimizce haram kılınmıştır.

Kente dair önemli bir sembol olarak 1200-1300 yıllarında yapılmış bir sancak var. 2012 yılında Antep’e götürülmüş. Mevcut terör olayları ve çalınabilir gerekçeleriyle götürülüyor. Başka yerlerde bu kadar koruma birlikleri oluşturabiliyorken “biz bunu koruyamayız” deyip oraya göndermenin pek de hakikatle örtüşmediği çok açıktır. Kutsallıktan mı bahsediyorsunuz? Bu şehirde cenazeler yerde kaldı. Cenaze de kutsaldır. Müze bize ait olmamakla beraber müzenin sorumluluğundadır. Bu kentin bir değeridir. Gerek müzenin gerekse valiliğin bu konuda girişimde bulunarak sancağın tekrar bu kente geri getirilmesini düşünüyorum. Olaylar gerekçe gösterilmiş. O zaman valiliği de Ankara’ya taşıyın, oradan idare edin. Bu kabul edilebilir bir gerekçe değildir.

Editör: TE Bilişim