Keçi Burcu’nun ana kapısından içeri girince gözler ilk gökkuşağını andıran renklere odaklanıyor.

Karşımda duran koca panodaki sokak levhalarında tam 700 isim sıralı.

Gözlerim, yitirdiğim iki yakınımı arıyor.

İki kardeşi…

Annemin iki kardeşini…

Dayılarımı…

Biri Hafız, diğeri Baki (Akdemir)…

Gençliğin baharında birbirinden koparılmış iki kardeş…

Baki, Hafız dayımın büyüğüydü.

Sonbahar’ın kendini Kış mevsimine teslim ettiği günlerden bir gün.

O tarihlerde 5 veya 6 yaşlarındayım.

Yağmur yağıyor, rüzgar esiyor, nefesim adeta buz kesiyor.

Lastik ayakkabımın içindeki yırtık çoraplı ayaklarım adeta donuyor.

Kaybolmuşum…

Sığındığım liman, Ulu Cami’nin iki sütun arası.

Gözlerimden akan yaşlar süzüldüğü yanaklarımı ısıtıyor.

Çaresizim.

Büyüyen gözbebeklerim tanıdık bir sima arıyor.

Ama yok!

Ümidi yitirmek üzereyken Tarık Akan’ın saçlarını anımsatan heybetli dayım sesleniyor.

O kucaklıyor, ben ise yaptığım hatanın büyüklüğüyle sımsıkı sarılıyorum boynuna.

Kokusunu aldığım ilk ve son sarılışım olduğunu bilmeden.

Karanlık 1980 darbe döneminin kaybettiği isimlerden biri oldu…

Kemikleri nerede, onu bile bilmiyoruz.

Ondan sonra geriye kalan diğer dayımdı.

Hafız…

1984’te darbe kanunuyla tutuklanmış; gençliğini Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkence tezgahlarında geçirmiş bir Kürt evladıydı Hafız.

Görüş günleri hariç, işkence ve slogan seslerinin yükseldiği merkez Bağlar İlçesi’nin Cezaevi Semti’ndeki Diyarbakır Cezaevi’ydi adresi.

Bayramdan bayrama 33. Koğuş’tan ziyaretçi bölümüne gelirdi.

Sayılı günler geçti, 1991’deki şartlı tahliye ile özgürlüğüne kavuştu.

O tarihte 26 yaşındaydı.

52 günlük ölüm orucu eyleminin hasarları vardı.

5 ayda toparlandı, soluğu Yeni Ülke ve Özgür Gündem gazetelerinde aldı.

Tarih: 8 Haziran 1992…

Evden işyerine giderken katlettiler.

27 yaşındaydı henüz.

İkisinin de anısı önünde saygıyla eğiliyorum…

Şimdi bu iki kahramanımı sanatçı Ahmet Güneştekin’in, birçok medeniyete, direnişe ve katliama tanıklık etmiş Keçi Burcu’nda açtığı “Hafıza Odası”nda gördüm!

“Kayıp Alfabe” adlı eserde Baki dayımı gördüm.

“Analar Duvarı” adlı eserde yıllarca her kapı zili çaldığında “oğlum mu geldi” diye hepimizden önce kapıya koşan ancak gözü açık vefat eden anne annemi gördüm…

“Hafıza Tepesi” adlı eserde enseden sıkılan kurşunun yüzüstü yere düşürdüğü Hafız dayımın yanı başıma yığılan bedeninin ayaklarını gördüm.

“Çürüme” adlı eserde Hafız’ı doğduğu Lice’nin Sisê köyündeki mezarlıkta defnetmek isterken dipçiklendiğimiz için omuzlarımızdan yere düşürülüp parçalanan tabutunu gördüm…

“5 No’lu Koridor” adlı eserde, parmaklıklar arasında yaptığım tercümeleri anımsadım…

İki dayımı; Hafız ve Baki Akdemir’i “Hafıza Odası”nda gördüm…

Dün gibi…

“Hafıza Odası” isimli eserin Diyarbakır’da sergilenmesinde emeği geçen başta Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’na, organizasyona sponsor olan kıymetli iş camiasına, Sayın Ahmet Güneştekin ve ekibine çok teşekkür ediyorum…

Gerçek yüzleşmenin sadece sergilerde değil bir gün yaşanacağı bilinciyle…

Saygılarımla