Hayat, seni sil baştan yaşayacağım. Hangi renklerle boyayayım seni? Hangi desenleri nakış edeyim?

Ve daha önemlisi ne kadar başaralı olabileceğim? Bu yeni bir başlangıç mı, hiç başlamayan bir başlangıç mı, hiç silinemeyecek bir geçmiş mi?

Kendimi kandırmaktan öteye gidemediğim gerçek bir ya-nım mı, kendimi aldatışım mı? Sen hayatımda hiç olmadın gibi davranabilir miyim?

Ne yazık! Hiç bir şey öyle söylendiği gibi kolay kolay sil baştan olmuyor. Zaman ve zaman zaman... Ne kadar kendi-ne söz versen bile, bazen dönülmez pişmanlıkların nafile zamanına denk geliyorsun. Kaç bininci randevuna geç kalıyorsun ya da bir türlü gelmiyor. Kendini, robotvari programlansan da, hiç bir şey senin kendine, ben hayatı şu şekilde ve yahut şu şekilde yaşayacağım gibi bir yön vermiyorsun. Yaşam, kimi zaman kendi yönünü kendi belirliyor; sen sadece izcisin... Takipçisin. Bütün ırmaklar denize dökülür, buna müdahale gücüm mü var? İnsan hayatının ne farkı var?

Ben birçok şeye sil baştan başladım… Başlamıştım... Başlayacaktım... Ne başladığım yerdeyim, ne de bittiğim yerdeyim. Tek bildiğim şey düne söyleyebilecek söz hakkına sahipsin, ama ya yarına ve yarınlara? Asla ama asla o kadar uzun boylu değiliz! Yaşamda bir yol var ve sen hep ilk adımı attığın günden beri o yolun yolcularından birisin. Hayat benim için herkesle beraber yürüdüğüm bir yoldur.

Hepimiz aynı yolda yürüyebiliriz, ama demek değildir ki önüne gelen dikene ben de basacağım. Basmışsan bu senin dikkatsizliğindir. Taşa çarpmışsan yine senin dikkatsizliğin-dir… Her şey dikkat gerektiriyor. Önüne geleni yaşıyorsun. Sil baştan yaşayamazsın ama bu demek değildir ki yaşadıklarını bir daha yaşayabilirsin. Ölümsüz bir şeyleri yaşadıktan sonra... Yaşam tecrübene dayanaraktan ta ki geriye dönüp yaşadıklarından bir şeyler çıkartabilmişsen. O zaman yaşamak istediklerinde birazcık söz hakkına sahip olabilirsin. Bundan sonrası tercihlere kalmış bir şeydir diye düşünüyorum. Tabii ki yine de hayat ve yaşam bazen seni hiçe sayıyor. O, bildiğini sana yaşatıyor. Ne yaşamak istediğini değil, ne yaşamak istediğini yaşatsaydı; o zaman herkes yarınlarını tahmin edebilecek kadar kahin olurdu. O zaman aptallık nerde kalacaktı! Kim hata yapacak ve kim hatalarından ders çıkaracak!

Her şeyin bir karşıtı var. Sevginin nefret, mutluluğun mutsuzluk, doğum ve ölüm… Siyah ve beyaz birçok şey... Mutlu ve mutsuz da öyle. Sevgin yitip gittiğinde ise başka sevgi ararız ama mutlu olmayı beceremiyoruz. Hele hele yürekten sevmişsen o yitirdiğin sevgiyi bulman imkansız. Ne kadar da mutlu görünmeye çalışsan da, mutluluk tablosu çizsen de, yüzündeki fullüleşmeler, gerçeği göstermektedir. Bu sadece kendimizi ve karşımızdakini kandırmaktan da başka bir şey değildir.

Mutluluk oyunlarını oynamaya başlarsın, tıpkı çocukluğumuzda oynadığımız körebe, saklambaç ve diğer oyunlarda olduğu gibi… Ve hata yaptığını anlıyorsun veya yüreğin acı çekiyor bir başkasını severken nasıl da bir başkasına yüreğini açacağım diye beynini kemirmeye başlıyorsun. Oysa hayatın her aşamasında mutlu olmak ister insan, bırakmalı insan, yüreğindekiyle mutluysan ölene kadar da onu yüreğinde yaşatacaksın…

Bir kere ben kendimi sana feda etmişim. Mutlu olmak için yaşadığım sahte hayata ve sahte gülüşlere ELVEDA diyorum…