Değerli okurlar bu haftaki yazımda, üç hafta önce de değinmeye çalıştığım birey olarak değer yaratma ve değerli olma haline kısaca bir giriş yapmıştım. Biraz daha açma gereği hissettiğimden ve buna toplum olarak ihtiyacımız olduğunu düşündüğümden, burada nacizane fikirlerimi siz değerli okurlarımla paylaşmak istedim. Umarım ön açıcı olmuştur.

Birey ve toplum denince aklıma ünlü düşünür Thomas Hobbes’in “İnsan insanın kurdudur” cümlesi gelir. Bunu belirtmesinin sebebi kuşkusuz ki insanların ortak yaşam alanlarında birbirleri arasındaki ilişkinin birbiri üzerine bir ezme - tahakküm kurma anlayışının hakim olduğu ve bunun için de yaşanacak kargaşayı çözecek veya kontrol altına alacak mutlak bir otoritenin yani, devletin var olması gerektiğidir. Yine birçok eserinde net bir şekilde anlaşılan budur.

Bunun kabul edilebilir yanının olduğu kadar,  “neden böyle bir hale geldi” demekte içinde yaşadığımız topluma karşı görevlerimizden biri olduğunu düşünüyorum. Evet, ne oldu da insan insanın kurdu oldu? Yoksa insanlık var olduğundan beridir bu böyle miydi? Veya sebep olarak nüfus mu? Kapital mi? Yoksa ilkellikten (özden) sapma mı?

Evet, bu sorulara yanıt bulmak ve insanlığı anlamlandırabilmemiz için neolitik tarım devrimi ile (tahminen 10 bin yıl önceden) ele almamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sistematik olarak ilk topluluk bilinci bu çağda meydana geldiği söylenmektedir. Kısaca bu döneme değinmek gerekirse; ana kadın etrafında şekillenen anaerkil toplum yapısına sahip, tohumun kulanım şeklinin keşfi, sulama sistemlerinin icadı ve en önemlisi belki tekerleğin icadı. Bütün bu devrimsel gelişmeler insanlığı bir arada tutan, toplumsallaştıran temel değişkenlerdir. Bu bir arada yaşam tarzı totemler, tabular, dinler ve çeşitli inanç sistemi ile bir forma kavuşturuldu. Bu form topluluğun bir arada yaşam şeklini kural ve kaidelerini şekillendirmekle birlikte ortaya bir kültür ve ahlak koymuş oldu. Genelde adil dağıtım ve dayanışma kültürünün hakim olduğu bu dönemde ne olduysa artı ürünün ( üretimin tüketimden fazla olması yani kul hakkının yenmesi)  ortaya çıkması sürecine de denk gelen rüya sona ermiş oldu. Artı ürün ve üretim araçları üzerinde bir mülkiyet kavgası yaşandığı bu dönemde çatışmaların başlangıcı oldu diyebiliriz.

Bugün ise bu ilk teknolojik devrim olan çağın nirvanası yaşanıyor. Tekerleğin icadına sevinirken bir otomobil almak için 10, hatta 20 yıl çalışmaya başlamamız ise tekerlek yerine başımızı döndürür hale getirmiştir. Kapitalist tüketim döngüsü reklam ve dizi sektörü ile bilinçaltımızı esir hale getirmiş tüketim manyağı olmuşuz. Daha çok tüketebilmek için daha çok çalışmak, daha çok çalışmak ise toplumsallığımızdan daha çok kopmak demektir. Bu ise parça bütün çerçevesinde baktığımızda tükettiği kadar tükenen bir toplumsal yapıyı gözler önüne sermektedir. 

Birlik olmayan birbiri ile dayanışamayan toplumların kültürel, sosyal ve ekonomik olarak dağılacağı su götürmez bir gerçek olmakla birlikte, başta İslam dini ve diğer tüm dinlerde ve inanç sistemlerinde belirtilmiştir. Aksi halde ekmeğin ülkesinde, ekmeğe muhtaç hale gelen milyonlarca insana bakıldığında günümüz dünyasında pekte geçerli olmadığı görmemek elde değil.

Kar hırsına kapılmış gözü meşin kırmızı renkten başka bir şey görmeyen sosyal ve manevi değerleri ayaklar altına alıp ailesini bile dolandırabilecek kişilikler türemiş ve maalesef ki yaygınlaşmışlardır. Neredeyse içimizdeki insana olan sevgiyi sorgulatır hale getiren bu kişiliklerin bana sorarsanız yatacak yeri tükürülecek yüzü yok. 

Sanırım Yine Thomas Hobbes’in neden arılar ve karıncalar gibi işbirliğine gidemiyoruz?  Sorusunun cevabını kısmen ve eksik de olsa cevaplamış olabildik. Kriz veya sorunu çözebilmek için onun kökenine bakmak gerektiğini düşündüğümden böyle bir çözümleme ile biraz da olsa sorgulatır hale getirebilmişsem ne mutlu… 

Toplumsallaşamayan bireyselleşemez, bireyselleşen toplumsallaşamaz. Sloganıyla herkesi her günün bayram gibi geçireceği bir kucaklaşmaya, birbirimizle kenetlenmeye ve güzel şehrimize sahip çıkmaya çağırırken güzel işler yapacağımıza içten inanıyorum. Yeter ki içimizde insana ve doğadaki tüm canlılara olan sevgi var olsun.

Sevgiyle kalın.