Yazdıklarında, okunmasını, canı isteyen okur. İstemeyen ise okumaz. Ama her yazılan yazının mutlaka bir hikâyesi, bir önemi vardı. Eminim sizi düşündürecek bir yazı ya da daha çok güldürecek. Yazı yazmak istedim, ben yazarken kendimi iyi his ettim umarım sizde öyle his edeceksiniz…

Zorluklarımız? Engellerimiz? Kaygılarımız? Çaresizliklerimiz? Başarılarımız? Kavgalarımız? İsteklerimiz ve istemediklerimiz? Siz hiç istemediğiniz bir yere kendinizle kavga ederekten, kendinize kızaraktan, kendinizden korkmaktan, kendinizi en kalabalık bir ortamda (misafirlikte, her hangi bir kutlamada, bulunduğunuz bir toplantıda) herkes sizin o an onlarla olduğunu düşünürken... Aslında düşünmekten ziyade ordasınız ama orda olmakla beraber aynı anda bir başka yerde de olmanın zorluğunun ne olduğunu bilir misiniz? Bir başka yerin tanımı mekân anlamında değildir...

Aynı mekânda hem onlarla hem de kendinizle beraber. Arka taraftan hep sizi çağıran ve sizin o diğer sizinizle zamansız konuşmalarınız oldu mu? Tek söylediğiniz kimsenin duymayacağı sessiz seslenişlerinizle defol git artik başımdan dediğiniz oldu mu? Sadece defol git demelerde değil, ağlayışlarınız, yalvarışlarınız, boyun bükmeleriniz, tek bir canim var onu da benden ve sevdiklerimden mahrum etme deyişleriniz. Bunları kime söylediğiniz kim midir? Kendiniz tabii ki… Kim olabilir ki? Siz hiç ölümle tanıştınız mı? Eminim tanışanız olmuştur. Yaşananlar korkutucuydu. Ölümden kendinizi uzaklaştırmaya çalışmak, ne garip değil mi? ölümün kulağınıza fısıldayışı. Diyeceksiniz ki nasıl oluyor? Zamanı gelince herkes bir gün gider gibi sesler duyuyorum... Bende inanmazdım. Ta ki beni çağıran gerçek bir tanık olana kadar. Sıyrılması imkânsız ve diğer bir benliğinizin ölümle sırdaş oluşu… Yaşam ve ölümü bir kefene sığdırmanın zorluğunu yaşadınız mı? Beyaz kefenden çok korkarken şimdi anlıyorum ki ölüyü uğurlarken huzur içinde aydınlık içinde yatmanın simgesini taşıdı bende... Ölümü hep beyaz kefenler içinde uğurlarken yaşam kıyısında siyah ve beyaz kefenlere bürünüp, tanımı olmayan gri bir rengin içinde kaybolmanın tanımını bilen var mı Aranızda...

Bendeki tanımı “kurtar bu gidebilecek canını” Yani kendini. Kendinden korkman normaldir. Çünkü sen ne oradasın, nede buradasın... Sen burada kalabilmenin  gri kurşunların savaşındasın... Yaşam tam bir kâbus haline geliyor... İşte siz tam orda bir yaşam ve ölüm savaşı vermektesiniz. Yaşamın zorluğu açlık olmamalı... Yemek yersen bilirsin ki gücün enerjin tekrar gelir ve ayaklarının üstünde durabilirsin... Yaşamın zorluğu annesiz babasız kalmakta olmamalı... Biri size kucak açarsa, şefkat gösterirse, öpüp koklarsa az çok anne baba özlemini gidere bilirsiniz, dertleşirsiniz ve paylaşırsınız... Yaşamın zorluğu ulusal kimliğinizin olmayışı da olmamalı. Bilirsiniz ki bir başka ülkede de o insani haklarına sahip olabilirsiniz... Sadece yasadığınız coğrafyada haksızlıkları kaldıramazsınız ama sonuç olarak direnişiniz sizi ayakta tutandır...

Yaşamanın zorluğu, kafayı sıyırmanız gibi olmanız, bir tek ama bir tek hiç kimsenin sizin çığlıklarınızı duymadan kendi çığlıklarınızdan çıldırmış olmanız ve o an o saniye yok olmak isteyişinizdir. Fakat yok olmak isteyişinizle yok olunmuyormuş. Siz nefes alırken yok edin artık beni çığlıklarınızı hiç duydunuz mu? Yok, olmak bir tek ölüme mahsustur... Ölüme yok olmak geride bırakanlara acı giden cana huzur verir kimileri için. Siz hiç ölüme nöbet tuttunuz mu? Yani hiç olması mümkün olmayan böyle bir durumun bekçisi oldunuz mu? Yani kendinizi ölümden korudunuz mu? Eminim her gün koruyorsunuzdur kendinizi. Karşıdan karşıya geçerken, araba kullanırken, kemerinizi istemeseniz bile takmanız gerekirken, gece geç saate sokakta yürürken sizi birilerinin öldüre bilme korkusundan hızlı hızlı koşarken... Korkularımız ne kadarda çokmuş. Ölümün her an bas ucumuzda olduğunu düşüneceksiniz...

Evet, doğru ama bu birazda kendi elimizde, bunu birazda siz fazlalaştıra bilirsiniz sizin tercihiniz. Ama var olmak kuru kuru yaşamakta değildir elbet. Bende sizin o korkularınızın arasındayım ama benim diğer bir fazla, yaramaz, beni çekemez, yaşamama zaman zaman müsaade edemeyen, yaşamı benden kıskanan... Beni çok yorgun düşüren... Savaşmaktan bıkmış usanmış diğer bir korkum var. Beni tanıyanları zaman zaman korkuttuğumu çok iyi hatırlıyorum... Siz tek bir olum bekliyorsunuz ben ise sayısızca uğurladım kendi ellerimle ölümü kendimden. Kendimize biz kimiz dediğimizde zevklerimizin, renklerimizin kavgasında bulmayalım kendimizi. Bu yüzdende kırmayalım sevdiklerimizi... Sadece saygı gösterelim birbirimize... Biz kimiz derken ruhumuzun, aklımızın bizi nasıl yönlendirdiğini nasıl yönlendirebileceğini, görmüş ve görebilmemiz olmalıyız.

Bunları neden mi anlatıyorum? Bütününde yaşam her koşulda zordur... Demeden de geçemeyeceğim. Sevgide ve sevgisizlikte, varlıkta ve yoklukta, direnmekte ve diretmekte, yaşadığınız neresi olursa olsun bu zorlukları çok iyi bilen biri olduğum halde. Ölüm; davetsiz misafirim olduğu sürece bildiğim çok şey bilmediğim her şey oluyor bazı zamanlar... Sevdikleriniz ne olursa olsun, iyi veya kotu deli veya akıllı, kör, sağır veya topal...

Lütfen ama lütfen kusurlarını yüzlerine vurmayın... Kusurlu olmak insanın en hassas yanıdır. Bu kusuru Allah vergisi olarak kabullenelim.

Siz bakmayın böyle yazdığıma… Sizi belki yazdıklarım, Beni ise yaşadıklarım korkuttu. Hatta bazen hem güldürdü, hem de ağlattı. Aynı anda…

Bu arada hepinizden akıllıyım:) Haberiniz olsun…

Bu yazıyı kendinize bir terapi olarak hediye kabul görün… Biliyorum Aranızda bulananlar var… Buda bir kusur değil. Hayat uğraş gerektiriyor. Bazen çalışarak, bazen de sevişerek… Başkada enerjinizi nasıl tüketeceksiniz. Eminim şimdi bana soru soruyorsunuzdur… Olaylara karışmayın! Benim uğraşım kendimle… Ha bu arada aranızda erken gitmek isteyen olursa unutmayın ki misafirimizsiniz…