Kitap okuruz; eli kalem tutan, kitap kokusuyla tanışan herkes için okumak vazgeçilmez bir tutkudur. Çoğu zaman ne okuyacağımızla ilgili kararsız kalırız, her okurun ilgi duyduğu tür farklıdır. Bazılarımız şiir okumaktan hoşlanırız, bazılarımız roman ya da öykü okuruz. Yazar seçerken de seçici davranmaya çalışırız bu gayet doğaldır. Günde yüzlerce kitabın piyasaya çıktığını ve raf ömürlerinin çok kısa olduğunu düşünürsek, ne okuyacağımız konusunda tereddüt yaşamamız normaldir. Ben tanınmış yazarlardan çok kitapları yeni çıkan genç yazarları daha çok merak ediyor ve ilgiyle izliyorum. Dediğim gibi tür seçiminde titiz davranırız ama aynı zamanda içeriğe de ilgi duyarız. Kimi okurlar aşk üzerine yazılmış metinlere yönelirken kimileri, kişisel gelişim, dram ya da korku gerilim türünü severek okuyor.

Korku romanları tüm dünyada büyük ilgiyle okunan bir türdür. Korku fantezi, bir edebiyat türüdür. Tedirgin edici ve korkutucu bir atmosfer yaratması bakımından tercih ediliyor. Genelde kahramanları doğaüstü güçlerdir, Okuyucu gerilimle fantastik bir yolculuğa çıkar. Korku romanının temelini dünyada gotik roman ve öykü akımı oluşturur. Özellikle çökmüş ahlaki düzeni konu edinen Frankenstein romanıyla Marry Sherley, Tepedeki Ev ve Biz Hep Şato’da Yaşadık romanlarıyla Shirley Jackson, Hayaletin Garip Huyları romanıyla Stephen King, gotik romanın öncülerindendir.

Bir de konusunu dini anlatılardan ve kutsal kitaplardan alan şeytandan ve ona yardımcı olan güçlerden beslenen romanlar var. Bu kitaplar da doğrudan insanı hedef alan, ölüm ve öldürme üzerine kurgulanan bol aksiyonlu, gerilimli, kanlı olay örgüleridir bunlar.  Uykusuzluk,  Bir Aşk Hikâyesi, Ruhlar Dükkânı romanlarıyla Stephen King, Boynuzlar romanıyla Joe Hill, Şeytan ve Şeytanın Piçi romanlarıyla Behçet Safa bu türde yazmış yazarlardır. Ayrıca hayaletler üzerine yazmış birçok yazar da bulunmaktadır.

Korku roman türü yerine, ‘Karanlık fantezi’ ya da ‘Gotik fantezi’ de denmektedir.

Tarihte ilk korku romanlar, kadınlar tarafından yazılmıştır ve daha çok kadın okurlara sunulmuştur. Marry Shelley’nin 1818 yılında kaleme aldığı ‘Frankenstein’ ilk kez Fransızca olarak Büyük Britanya’da yayınlanmıştır. Roman, korku türünün ilk ve en çok bilinen yapıtıdır. Roman bir tıp öğrencisinin insanı yeniden yaratma mücadelesini işliyor. Yaratığın, tanrısına başkaldırmasını işleyen metinde, Mary Shelley de tanrıya yaşadığı mutsuzlukların sebebini sormaktadır. 1970’lerden sonra ise Stephen King korku roman türünde epey isim yapmıştır.

Ülkemizde ise, daha çok polisiye alanda romanlar yazılmaktadır. Bu yazarlardan kendinden en çok söz ettirenler Ahmet Ümit ve Osman Aysu’dur. Çok satanlar listesinde de her zaman korku ve polisiye romanlar yer almaktadır. Bu da okuyucunun bu konudaki eğilimini göstermektedir.

Yazar Ahmet Ümit’in birçok romanını okudum, yabancı korku gerilim romanlarla karşılaştırıldığında daha çok polisiye türde yazdığını ve edebi bir dil kullandığını söyleyebilirim.

Korku gerilim romanları üzerine yazı yazmamı sağlayan bir romandan bahsetmek istiyorum. Yazar Mehmet Ali Vurmak’ın kısa bir süre önce Fa Yayınlarından yayınlanan romanının adı; “Şeytanın Günü – Kayıp Kentin Laneti”

Roman, yukarıda bahsettiğim korku gerilim türünün en güzel örneklerinden biridir. Şeytan ve şeytana güç veren varlıkların insan psikolojisi üzerinde yarattığı tahribatı kurgulayan bir metindir.  Bu konuda daha önce okuduğum Stephen King’in Hayvan Mezarlığı, Richard March Hoe’nin Böcek ve Peter Straub’ın Gölgeler Diyarı ile Korkut Aldemir’in Reis Ül romanları benzer türde yazılmış romanlardır.

Yazar Mehmet Ali Vurmak’ın aynı türde yayınlanmış Son Kıyamet; Evdeki Mezar ve Kurtların Sessizliği- Son Kıyamet isimli iki romanı daha bulunmaktadır. Bunlardan Şeytanın Günü isimli son romanını okuma imkânım oldu.

Şeytanın Günü isimli romanında Mehmet Ali Vurmak, dini kitaplardan ve kutsal anlatılardan yola çıkarak bir takım seri cinayetleri çözmeye çalışan özel harekât polisi Mehmet Dağcı’nın çabalarını kurgusunun temeline almış. Mehmet Dağcı, İzmir’de korkunç bir cinayete kurban giden arkeolog babasının katilini ararken bir takım doğaüstü güçlerle karşı karşıya kaldığını sezer ve ipuçlarını, delilleri birleştirerek katili bulmaya çalışır. Ne var ki, seri cinayetler işleyen bir katille karşı karşıyadır. Cinayetler her ayın 6, 16 ve 26. günlerinde işlenmektedir. Katili bulma arayışları Mehmet Dağcı’yı Van’ın Gevaş ilçesi yakınlarında bulunan Nemrut Harabeleri denilen yere kadar götürecektir.

Okur kitabın ilk sayfasından sonuna kadar nefesini tutarak katilin soğuk gölgesini ensesinde hissetmektedir. Yazar Mehmet Ali Vurmak çok yalın ve akıcı bir dil kullanmaktadır. Kıvrak bir zekâyla satranç oyunu kurgular gibi roman örgüsünü kurmayı başarmaktadır. Korku gerilim romanlarında pek rastlanılmayan edebi estetiği de ihmal etmez Vurmak. Bu yönüyle diğer korku romanlarından ayrılmaktadır yazdıkları. Ayrıca roman boyunca tarihi mekânlar, kiliseler ve dini söylemlerle ilgili ince detaylara da girmeyi başarmıştır. Böylece iyi bir araştırmacı olduğunu da ispat etmektedir yazar.

Kahramanları anlatırken, en ince detayına kadar özelliklerini vermekte, mekânlarla ilgili okurunu bilgilendirmektedir. Bunları yaparken romanın akışından ve doğal tadından asla taviz vermemektedir. Anlattığı mekânları iyi biliyor yazar, okurunu oralara götürüyor. Roman sanatı ya da kurmaca dünyanın yaratılması sanatı tam da budur.

Bu nedenle, korku gerilim roman türünü seven okurlara önemle tavsiye edeceğim bir yazardır Mehmet Ali Vurmak.