Vaka sayısındaki artış ile Türkiye’de ilk kentler arasına giren, hiç beklenmedik bir anda Diyarbakır’ı ülke gündemine taşıyan koronavirüs pandemisi, artık hepimize misafir.

Maske, sosyal mesafe, hijyen de artık işe yaramıyor.

Kentin üstündeki oksijen bile virüs parçacıklarıyla dolu.

Hal böyle olunca birer birer teslim bayrağını çekmiş durumdayız.

Oysa dört ay önce ne de vurdumduymaz, aldırmaz bir haldeydik.

“Bize gelmez”, “Amerika’nın oyunudur”, “Türkiye Müslüman bir ülke, hijyen var, bulaşmaz” diyenlerin tezi birer birer çürüyor.

Koronavirüs, her gün bir sevdiğimizi alıyor bizden.

Birkaç gün görüşemediğimiz bir yakınımızı veya dostumuzu hal hatır sormak için aradığımızda bu illete yakalandığını öğreniyoruz.

Geç kalınmışlığın bedelini ödüyoruz.

Neye mi geç kaldık?

Tabi ki tedbirlere…

Hijyene, maskeye, sosyal mesafeye…

İkinci dalga henüz başlamamışken toplu taşıma araçları, toplu mekanlar, sosyal etkinlikler gibi pandemiyi tetikleyecek yerlerde denetimler yapılmadı.

Minibüs ve otobüslere sadece ceza kesildi. Ciddi bir planlama ile sefer sayıları artırılabilinirdi.

Ortada henüz ciddi bir şey yokken alınan sokağa çıkma yasakları, iş çığırından çıktığı vakit yeniden uygulanmadı mesela!

Neden?

Ekonomik kriz ve sosyal patlamadan korkuldu.

Topluma gelince; kendine, ailesine, dostuna düşmanmış gibi davrandı.

Virüslü olduğunu bile bile ortalıkta gezindi durdu.

Tehlike olmasına rağmen yas kurdu, düğün yaptı, gelmeyene darıldı.

Hasta ve bayram ziyaretlerini aksatmadı.

Zikirler bile yapıldı…

Daha ne olsun!

Yapılamaması gereken şeylerin hepsi yaşandı.

Meydan koronavirüse teslim edildi.

Şimdi hepimiz bunun cezasını çekiyoruz.

Ölüm ve yalnızlık korkusunu derinden yaşayarak…

Saygılarımla