Koronavirüsün ilk hedefi insandır ve varlığının ortadan kaldırılmasıdır. Bugüne kadar yüzbinleri aşan insanın canını aldı, binlercesinin canını daha da alacağa benziyor. Milyonlarca insanın ise biyolojik yapısına sirayet ederek sistemini bozan bir etki üretmiştir. Direkt olarak insanın canını hedef aldığı için dünya sağlık otoritelerinin ve devletlerin bütün dikkatleri haklı olarak bu noktaya odaklanmıştır. Ama esas olarak ikinci büyük tahribat bu virüsün sosyal değerlerimizi de adeta bir bir yok ederek yoluna devam etmesidir. Peki, bu tahribatın telafisi olacak mı? Bu konuda devletler ve sosyal bilimciler neler üretebilecekler? Bu soruların cevapları şüphesiz ki çok önemlidir.

Gelelim bu virüsün sosyal değerlerimizi nasıl yok ettiğine. Çin’den başlayan ölümler zincirinden bir halka olmamak için Türkiye olarak da başta alınması gereken önlemler devletin en üst makamlarında tartışılmış, adım adım uygulanacak olan çözüm süreci bir takvim dahilinde -ama yeri gelince de değişiklikler yapılarak- karara bağlandığı anlaşılmıştı.

Bu süreç zamanla somut olarak hayatımıza etki etmeye başladı. Maske ve sosyal yalıtım gibi herkesin yapabileceği yöntemlerle önlemler yaşadığımız şehirlere, cadde ve sokaklara yansımaya başladı. Daha sonra önlemler sıkılaştırıldı ve komşuluk ilişkilerimi sınırlamaya mecbur olduk. Evet, komşuluk ilişkileri en başta gelen sosyal bir değerimizdir. Bu değerle sosyal yapımız güçlü, bununla en zor zamanlarda dayanışma içerisine girebiliyorduk. Sıkıştığımız zaman bile evimizin anahtarını komşumuza bırakmakta tereddüt etmezdik. Hatta Kürtçede “Şevbuhêrk” diye bilinen bir kültür var ki, yatana kadar geceleyin komşumuzla ya biz onlarda ya da onlar bizde bir arada bulunurduk. Sohbetler koyu bir şekilde sürer, birlikte eğlenir veya üzülürdük. Şu durumda hiç kimseyi ziyaret edemez durumdayız. Geçen gün bir komşum bana “Yahu sanki birbirimize küsüz” demişti. Aynen öyle, dedim ve çok üzülmüştüm.

Bir diğer değerimiz elbetteki taziyelerimizdir. Artık dostlarımıza taziyelerimizi bildiremez ve bu anlamda hiçbir paylaşımda bulunamaz durumuna geldik. Bizim coğrafyada ölen kimsenin evinde taziye kurulur, acı ortaklaşılır, birlikte Fatihalar okunur ve üzüntü bir nebze olsa hafiflenirdi. Artık toplu olarak mezara bile gidemiyoruz, dini vecibeler nasıl yerine getirilir, unutulmuş noktaya geldik sanki. Ölülerimiz yıkanma yerine ilaçlanıyormuş! Çok üzücü bir durum Koronanın yarattığı. Bugün dayım vefat etti, sadece oğlunu telefonla aradım, aynı mekanda bulunamadım. Elbette halkın tamamı böyle. Herkes can derdine düşmüş ve bizi birleştiren değerlerden biri olan taziyelerimiz de bu virüsten büyük bir darbe almıştır.

Başka bir değerimiz ise elbette ki coştuğumuz, eğlendiğimiz, oynadığımız düğünlerimizdir. Daha ilk başlarda yasaklar kapsamına daha doğrusu önlemler çerçevesine düğünlerin yapılmaması yer almıştı. Sanki bu coğrafyada hiç düğün yapılmamış gibi bir haleti ruhiyeye sahibiz. Gerçekten düğünlerimizdeki paylaştığımız sevinç anlarına büyük bir özlem duymaktayız. Hepimizi coşturan sanatçılarımızı çok özledik, birlikte halay ve delilo oynamayı iple çekiyoruz. Şüphesiz bu küresel salgın geleneklerimiz arasında yer alan ve bizi dün ile bağlarken geleceğe de taşıyan düğünlerimize ağır bir darbe indirmiş durumda.

Bu virüsün zarar verdiği diğer değer çocuk oyunlarıdır. Daha doğrusu çocuklarımızın sokaklarda, mahalle aralarında ve hatta köylerde, 20 yaş altı kısıtlamalarından ötürü, oynadıkları oyunlardan pek eser kalmamıştır. Tabi bu durum çocuklarımızın kişiliğine zarar vermektedir. Hani derler ya “çocuğun doğal hali oyun oynarken ortaya çıkar”. İşte şu süreçte ne yazık ki çocukluğun doğal hali olabildiğince sıkıştırılmıştır. Çocuklarımızın kültürü akşam verilecek Korona ile ilgili istatistiklere göre şekillenmektedir. Vefat sayısı, İyileşen Sayısı, Vaka Sayısı gibi ifadeler çocukluk alfabesinin yeni kültürel parametreleri haline gelmiştir.

Çocuklarımızla beraber biraz daha başta “Cebimizdeki Tehlike” olarak adlandırılan akıllı telefona, bilgisayar ve televizyona gömülmüş durumdayız sanki. Bu aletler olumlu kullanıldığı takdirde kişiyi biraz rahatlar belki ama ölçüsüz kullanıyoruz ne yazık ki! Bu anlamda sanki bütün değerlerimiz ‘Sanal’a hapsolmuş durumda.

Evet, sosyal yaşam tarzımızı olumsuz anlamda kökten değiştirmiş bu lanet virüsten elbette ki bir gün kurtulacağımızı umuyorum. Ama hali hazırda kahvede birlikte oturduğumuz arkadaş buluşması, kafelerde yaptığımız içerikli tartışmalarımıza da geçit vermiyor.

Belki dünyanın başka bölgelerinde bu gibi sosyal değerler kalmamıştı ancak coğrafyamız olan Anadolu ve Mezopotamya’da bu değerler vardı ve bu değerleri korumamız gerekiyor. Bizi birleştiren bu değerlerin hali hazırda darbe alması, virüsün en çok bize zarar verdiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Deyim yerindeyse İNSANLIK BEŞİĞİ can çekişiyor sosyal yapı itibarıyla.

Evet, ne yazık ki bu salgın hem bizi canımızdan vurdu hem de sosyal değerlerimizi vurdu. Yapılan uyarılara bakılırsa yeni salgın ihtimali ve mutasyona uğramış virüs tehlikesiyle beraber bu süreç uzarsa önümüzdeki süreçte yep yeni bir insan tipinin ortaya çıkacağı muhakkak.

Ama tedbirleri uygulayalım, biraz daha dişimizi sıkalım, bu süreci az zararla kapatalım diyorum.

Saygıyla…