Geçen hafta Koronavirüsün gölgesi ve bunun yarattığı tartışmalar arasında Yükseköğretim Kurumlar Sınavı, yani YKS tüm itirazlara rağmen yapıldı. 2 milyon 433 bin 219 öğrencinin ailesi, çocuklarının geleceğini tayin edeceği bu zorlu maratonu korkarak da olsa tamamladı. Şimdi herkes merakla sonuçları bekliyor. Çünkü asıl mesele bundan sonra başlıyor.

Türkiye’deki sistem, her öğrenciye istediği üniversite de veya istediği bölüm de öğrenim görme imkan sunmuyor. Aynı sistem, eğitimi paralı hale getirdiğinden parası olanla olmayan arasında fırsat eşitliğini ortadan kaldırıyor. Yine aynı sistem, üniversiteyi bitirmemiz halinde size alanınız da iş imkanı yaratmıyor. Bu sistemin toplamı, Türkiye İstatistik ve Türkiye İş Kurumu gibi resmi kurumlara göre de, bu konuda kafa yoran sivil toplum kuruluşlarına göre de, ya da muhalif siyasi partilere göre de, milyonlarca üniversite mezunu veya diğer bir tabirle her 4 gençten birinin işsiz olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.

Oysa her şehre bir üniversite projesi, daha fazla gencin üniversite eğitimi göreceği ve daha fazla gence iş imkanı sağlanacağı vaadi ile hayata geçirildi. 2019-2020 akademik yılın açılış töreninde ise, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ‘her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok’ noktasına gelinerek projenin çöktüğü görüldü.

Aslında gerçek daha da acı. Bazı üniversitelerin sadece tabelası var, doğru düzgün icraat yok. Buralarda bazı kişilere mevki-makam, eşe-dosta iş, yandaşa ihale, güzel süslü makam odaları, makam araçları, koruma ordusuyla gezen yöneticiler. Ortada boş verin dünya genelini, ülke genelinde başarı sağlayan neredeyse hiçbir akademik çalışma bulunmuyor. Hele hele böylesine salgın yaşanan bir dönemde.

Dünya'da onca üniversitedeki bilim insanı, gecesini-gündüzüne katarak  Koronavirüs üzerinde çalışma yaparken, biz de hangi üniversite hangi çalışmayı yapıyor. Ha doğru onların daha önemli işleri var. Makam ve mevkilerini korumak için iktidardaki siyasetçilerin çıkışlarına destek, muhalefette bulunan siyasetçilerin çıkışlarına ise laf yetiştirme gibi asli görevleri bulunuyor.

Rektörlük seçimleri Temmuz’da yapılıyor sanırım. O nedenle sayın rektörler ve senatoları siyaset ağırlıklı çalışmalara daha fazla zaman ayırıyorlar. Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nden biliyorum. 4 yıl aradan sonra Dicle Üniversitesi çok hareketli günler yaşıyor. Birileri görevden alınıyor, birilerine yeni görevler veriliyor. Müthiş kulisler yapılıyor. Herkes bir yerlerden adam arıyor, adam buluyor ve Ankara’nın yolunu tutuyor.

Ee bunlar kolay işler değil. Milletvekilliği veya belediye başkan aday adaylıklarından biliyoruz. Öncelikle paraya kıyıyorsunuz. Gardolabınızı kaliteli ve pahalı kıyafetlerle yeniliyorsunuz. İktidar partisinin çıkışlarına destek veriyorsunuz. Gerekirse senatoyu toplayıp bildiri yayınlıyorsunuz. O da yetmedi bulduğunuz her yayın organında her lafınız da, ‘himayelerinde’ veya ‘desteklerinde’ demeyi ihmal etmiyorsunuz.

Çünkü rektörlük seçiminde sistem değişti. Daha fazla adayla yarışıyorsunuz. Daha fazla kulis yapmanız gerekiyor. İsteyen herkes rektörlüğe aday olabiliyor. Artık her profesör Yüksek Öğretim Kurumu’nun internet sitesine girerek başvurusunu yapabiliyor. Bana gelen duyumlara göre, Dicle Üniversitesi için başvurular 200’ü aşmış durumda. Bu adayların bazıları direk elenecek, büyük bir bölümü ise Yüksek Öğretim Kurumu’na çağrılacak. Orada mülakata alınacak. Tabi ki, daha önce Yüksek Öğretim Kurumu’na giden bilgiler doğrultusunda aralarından biri rektör olacak.

Diğer üniversiteler için durum farklı mı, farklı olduğunu sanmıyorum. Orada da yüzlerce başvuru olduğundan eminim. Yani tüm üniversitelerde tablo aşağı yukarı aynıdır diye düşünüyorum. Mübarek, rektörlük değil, milletvekilliği seçimi sanki…

Sevgiyle kalın.