Eğer Ortadoğu ülkelerinde yaşıyorsanız, aslında buna tam "yaşamak" da demeyelim ikisinin ortası bir şey. Ortadoğu ülkeleri içinde "nadide" bir ülke olarak kendi ülkemizden biraz örnekler vereyim. Biliyorsunuz Türkiye'de şuan vergi alınmayan hiçbir şey yok.

Aldığımız nefesin bile vergisi var. "Ben yaşıyorum ama bir evim olsun" falan derseniz, hemen 4 tane vergi ile karşı karşıya kalırsınız. Bir ev alayım da kiradan kurtulayım dersiniz, bu defa apartman giderleri zaten bir kira kadar.

"Yaw işe giderken zorlanıyorum, bari kırık dökük de olsa bir araba alayım onunla işe gideyim" derseniz. Geçmiş olsun en az 7 tane daha vergi ile merhabalaşırsınız. Normal bir orta sınıf vatandaş olma hayaliniz daha ilk ayda suya düşmüş olur ve kendinizi açlık, yoksulluk, sefalet, garip gureba sınıfında görmüş olursunuz. Aynı anda adını dahi bilmediğiniz bankalar ve kurumlara borçlanmış olursunuz.

Yiyorsa bir ay ödemeyin. "Avukat olacağım annéy, sizi de kurtaracağım, sizi de kurtaracağım" hayali kuran ama beklediği gibi çıkmayan bir avukat vampir gibi kanınızı emmek için hazır bekliyor olacak.

Sonra başlarsınız o bankadan borç alıp diğer bankanın borcunu ödemeye, öbür bankadan atlayıp diğer bankadan gizlenmeye. Rahmetli Kemal Sunal'ın bir filmi vardı ya, esnafa olan borcu yüzünde kafasında tencerelerle dolaşıyordu. Siz kafanızı kamufle edecek tencere bile bulamayacaksınız. İstanbul'dan biri köprüden geçiyor diye siz, Diyarbakır'dan vergi ödeyeceksiniz.

Bursa'da biri sanayide kaçak elektirik kullanıyor diye siz, Şırnak'tan kaçak bedeli ödeyeceksiniz. Bu dertlere bağlı olarak bir sürü stres dert ve hastalanacaksınız. Tabi özel hastaneler avucunu ovuşturup sizi bekliyor. Önce bir 16 tane tahlil yaptıracaksınız. Hani hepsi birbirine bağlı ya. Ama aynı doktorlar devlet hastanesindeyken, "Ağzını aç" deyip 3 tane ilaç yazıp gönderenlerdi.

Şimdi prim alacaklar ya hepinizden onun için sizin bütün tahlillerinizi yaptırmaları gerekiyor. Daha tedavi boyutuna dahi geçmeden temiz bir borç sırtınıza binecek. Siz o borcu gördükten sonra zaten tedaviye daha başlamadan başka hastalıklara merhaba diyeceksiniz. Sinirlenip gerginleşeceksiniz. Aman ha durun ölmemeniz gerekir. En azında şimdi değil daha yazı bitmedi.

Sonra bir iş kurdunuz, size katlanabilecek ihtimali olan birisini de buldunuz ve "Acaba evlensek mutlu bir yuva kursak mı?" diye düşünürken tak tak tak, takılar, düğün salonları, davetiyler, yemekler, gelinlikler, süslemeler, püslemeler ve belki de "VERGİ". "Oha o kadar da değil" diyenleri duyuyorum. Evet, o kadar da değil, yani değil inşallah. Hadi Diyarbakır gibi bir yerdeyseniz öldüğünüzde en azından yük olmazsınız çok fazla. Bir iki tane mezarlık var boş arsalar şimdilik çok. Bir gün içinde prosedürlerinizi yerine getirir havale işlemlerini bitirirler.

Ha yok eğer İstanbul'daysanız aman sakın orada ölmeyin. Çevrenizdekilere, çoluk çocuğunuza ailenize koluk komşuya yazık. Baktınız öleceksiniz gidin doğduğunuz memlekete, İstanbul'da doğmuşsanız gidin babanızın doğduğu memlekete, yok babanız da İstanbul'da doğmuşsa gidin dedelerinizin, yetmiş yedi sülalenizin doğduğu yeri bulun işte. Çünkü son araştırmaya göre İstanbul'da her gün en az 220 kişi hayatını kaybediyor.

Yıllık ortalama 77 bin kişi ölüyor. Kente her yıl 250 dönüm mezar için araziye ihtiyaç duyuluyor. Araştırmaya göre, 20 yıl sonra mezar yeri kalmayacak. İstanbul'da bir mezarın fiyatı en az 34 bin liradan başlıyor. En iyisi vazgeçin ölmeyin. Ölmek ayrı bir dert yaşamak ayrı bir dert.

Ne demişti bir arkadaş, "Vatan eğer uğrunda ölen varsa vatandır"! Ölen yoksa da bas vergiyi, kaçacak delik bulamasın.