İYİ Parti Lideri Meral Akşener’den sonra, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’da meydanlara inerek ilk mitingini Mersin’de gerçekleştirdi. Akşener’in mitingindeki dolu meydanın ardından Kılıçdaroğlu’nun da meydanı doldurması erken seçimi yeniden gündemin ilk sırasına taşıdı.

İYİ Parti ve ardından CHP’nin mitinginin bu kadar ilgi görmesi Cumhur İttifakı bileşenleri tarafından nasıl karşılanacak, bundan sonra nasıl bir yol izleyecekler önümüzdeki günlerde daha fazla göreceğiz elbette, ancak şimdiden bunu tahmin edebiliyoruz.

Anketlerde oy oranlarında gerileme yaşayan gerek AK Parti gerekse MHP, ülkeyi yönetmiyorlarmış gibi davranarak çözüm üretme yerine birilerini suçlayarak, hedef göstererek, sertlik politikası izleyerek sorumluluğu üzerinden atmaya çalışıyor, meydanlardan yükselen erken seçim sesine kulak tıkıyor.

19 yılın ardından AK Parti ilk kez seçim isteğine kayıtsız kalırken, her zaman erken seçimin öncüsü olan MHP ise, barajın yüzde 7’ye düşürülmesine rağmen ‘baraj altında kalırım’ korkusuyla tamamen yok olmamak için direniyor, iktidara sıkı sıkıya sarılıyor. Çünkü ülkenin içinde bulunduğu tüm göstergeler AK Parti ve MHP’nin aleyhine işliyor.

Bunca yıllık iktidarın sonucunda kişi başına düşen milli gelir geriledi, memur, işçi ve asgari ücretlinin maaşları arasında neredeyse fark kalmadı, emeklinin hali zaten perişan, sosyal yardım alan kişi sayısı 27 milyona ulaştı, bu tabloyu tersine çevirmesi gerekenler ise sorumluluğu muhalefet ve çalışanlara yükledi.

Tarım ve hayvancılıkta kendin kendine yeten yedi ülkeden biri konumunda olan ülke, neredeyse tamamen dışa bağımlı hale geldi, her yıl binlerce üretici tarım ve hayvancılığı bıraktı, ekim alanları sürekli daraldı, çözüm üretmesi gereken ittifak ortakları üreticiyi suçladı.

Büyüğünden küçüğüne hakkıyla üretim yapan şirketler ve ticaret yapan esnaflar, ürettiklerinin yerine dışa bağımlılık nedeniyle hammadde temin edip yeniden üretim yapamaz duruma düştü, esnaf sattığının yerine yenisini koyamadı, sorumlu esnaf ve işletmeler oldu.

İğneden ipliğe zamlar son sürat giderken çara üretmesi gerekenler ‘fahiş fiyatçılar’, ‘stokçular’ ya da ‘gıda teröristleri’ diyerek hedef saptırdı.

Basın açıklaması yapan, sokağa çıkan, protesto eden, demokratik sınırlar içinde eleştiren, siyasi faaliyet yürüten kısacası yönetenlerin istemediği her şey ‘terörist’ veya ‘darbeci girişim’ olarak nitelendirildi.

Her konuştuklarında Türk Lirasının tüm para birimleri karşısında sürekli değer kaybetmesine neden olanlar, kasayı boşalttıklarını gizlemek için bunun dış güçlerin ekonomiye saldırısı olarak yansıttı, mandacıların oyunu diye anlattı.

Bir yandan Sayıştay raporlarıyla ortaya konulan yolsuzluk, rüşvet ve savurganlıklar, bir yandan ülkenin ‘uyuşturucu ticareti ve kara para aklayan ülke’ iddiasıyla gri listeye alınması gündemden düşürüldü.

Hepimizin güvenliğinden ve hukukundan sorumlu olan İçişleri ve Adalet bakanları, rakiplerini bir kenara bırakın birbirlerine bile medya üzerinden posta koyar duruma geldi.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı hiçbir veriye inanılmıyor, koronavirüs verileri nedeniyle Sağlık Bakanlığı’na itimat edilmiyor, üstüne üstlük gözümüzün içine baka baka dünyanın en başarılı ülkesi olduğumuz ileri sürülüyor.

Neredeyse tüm başarısızlıklarda ya muhalefet, ya o sektörün emekçileri, ya da dış güçler sorumlu, peki ya kardeşim ülkeyi bunca yıl kim yönetti.

Özel bir parantezde MHP için açmalıyız. Nedenine gelince, sürekli olarak ülkücüleri sokaktan çektiği söylenilen ve sertlik yanlısı olmadığı dillendirilen Devlet Bahçeli, oylarının her geçen gün erimesiyle birlikte yeniden sert yanını gösterdi. Devletin temel kurumlarının, meslek örgütlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının kapatılmasını isteyen Bahçeli, politikacısından sanatçısına geleni-gideni tehdit ediyor, Türkeş’i unutturarak ebedi Başbuğ unvanına sahip olmak istiyor.

Sevgiyle kalın.