Yalnız yaşamayı da bilmeliyiz. Yine de öyle bir an gelir ki sığamaz oluruz kabımıza; işte o zaman tek yürek olabileceğin bir dost ararız.

Yorgunsan hele; sığınabileceğin mavi bir koya demir atmak istersin. Yelkenlerimi indirdim simdi, ıssızlığına aksimi düşürdüm. Kendimi gördüm engin sularında... Dostluğun güneş olup kuşattı beni çok uzaklardan... Gün batımlarından sonra güvertemdeki ışıklarımla yakamoz olup ışıldadım. Hafif bir meltem çıktı sonra, dans ettik gecenin sessizliğinde... Yıldızlar düşsün üzerine ama sen beni sar, yüreğinin derinliklerinden gelen o sıcak sevginle... Bir damla sevgiymişim en başından beri, fark etmek uzun zaman aldı. Oysa her zaman güzel ve özelmişsin, sadece farkında değilmişim. Şu madde boyutuna sıkışmış insancıklar var ya; onlardan olamadım hiçbir zaman ve olamam da...

Şimdi benim de yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şeyler var: Ben her şeymişim... Beyaz bir gül, bir kır çiçeği, güneş, ay, uçsuz bucaksız mavi bir okyanus... Derin bir gökyüzüymüşüm... Siyahmışım, beyazmışım... Tüm sevdiklerimmişim, senmişim, benmişim... Her seherde yeniden doğanmışım... Ölüm ve yaşammışım... Ben her şeymişim. Madem her şey bendim; o halde anlam olmalıydım yaşama... Mana vermeliydim bakışlarıma ve ritim eklemeliydim adımlarıma... Yürüdüğüm yollar benden iz taşımalıydı. Beni ben olarak yazmalıydı mazi, silemediğimiz sayfalarına... Her kara kışın içinde baharlar bulmalıydık yaşamak için... Beyaz beyaz çiçeklenip, lapa lapa yağmalıydık çıplak ağaçlara... Gelin olmalıydı, ince, narin, bir sabah, penceremin önünden boy gösteren ağacım... O dışarıda titrerken, ben sandalyemde oturup sıcak çayımı yudumlamalıydım. Çayımın buğusu üşüyen yanaklarımı ısıtmalıydı ve ben ürpermeliydim bu bahtiyarlıktan... Güller ekmeliydik gönlümüzdeki bahçelere... Gönlümüze sığdırmalıydık kainatı ve tüm yaratılmışları. Ve o kainatın mimari olmalıydık, yüce mimarın bize verdiği o hislerle yeniden eskizleşmeliydik duyarsız kalan yanlarımızı... İçimizdeki tüm manalar kainatta madde olmalıydı. Örneğin; kuşun kanatları, yaşama doğru yürümeyi öğrenen bir bebeğin ayakları, yaşı hayli ilerlemiş bir ninenin yüzündeki tüm kıvrımlar yahut bir ırgatın nasır tutmuş elleri... Sevgi maddede şekillenmeliydi böylece... Seni seviyorum diye haykırmalıydık hayata ve eko vermeliydi, aynı içtenlikle, sonsuza değin, yaşamın yalçın kayalıkları... Umutlarımız tüm korkuların önüne bent olmalıydı... Evet, şimdi yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şeyler var: Yürüdüğünü fark edebildiğinde, baktığını görebildiğinde gülüşünle insanları yüreğindeki kainata hapsedebildiğinde yaşadığını anlarsın. Ve sevgiyse hayat felsefen, sevdiğin müddetçe yaşarsın... Üçüncü boyuttan kurtulduğun an ebedileşirsin. Bir damlayken derin bir derya olup çıkarsın. Simdi bana uzaklardan uzattığın ellerine ellerimi kenetliyorum. Yaşadığımız vurdumduymaz dünyada, dostluğun benim için çok önemli.

“VE SEN BENİM EN BÜYÜK DEĞERLİMSİN”