Kentler toplumların varlığını sürdürdüğü mekan olmanın ötesinde; toplum ile etkileşim halinde, toplumsal olarak gelişen ve aynı ölçüde toplumsal yapıyı da biçimlendiren olgulardır. Fiziksel bir alan olmaktan daha fazlasını ifade eden kent, sosyal, kültürel, ahlaksal yönleriyle bilinir.

Meşhur toplum bilimci Emile Durkheim kent olgusunu tanımlarken; toplumdaki işbölümü belirli bir yerdeki nüfus büyüklüğünü ifade eden maddi yoğunluk ve toplumdaki bireyler arasındaki ilişkiyi ve etkileşimi anlatan manevi yoğunluk gibi iki temel unsurla artabilir. Bu yaklaşıma göre bir toplumdaki kentleşmeyi manevi yoğunluk belirlemektedir. Durkheim kent ve toplumu eşdeğer kavramlar olarak görmektedir ve toplum dendiğinde akla kentlerin geldiği görüşünü savunmaktadır . Kentleşmenin en büyük özelliği işbölümünün artmasıdır. şeklinde ifade etmiştir.

Kent ve toplumun hem fiziki olarak hem de manevi olarak iç içe olduğu bir bütünen değer yarattığı bir gerçek. Ancak son zamanlarda kadim kentimiz, medeniyetlere ev sahipliği yapmış bin yıllardan bu yana toplumların değerlerini bağrında taşıyıp günümüze ulaştıran, Silvan’ımızın,  Meyafarqinimizin bir çok şeyi yitirdiğine maalesef ki şahitlik etmekteyiz. 

Kentte insanlar arasındaki samimiyet, yakın ilişkiler, güven ilişkisi yerini çıkara dayalı günübirlik ilişkilere bırakmış. Yıllarca eşrafları, renkli simaları ile tanınmış kentte artık herkes sıradan ve tekdüze. Kültürel ve sanatsal çalışmaları ile bağrından çıkardığı sanatçıları siyasetçileri ile meşhur kent artık kendine ve yönetimine yabancılaşmış. Yeşil Silvan inşaatçıların gazabıyla beton Silvan’a dönüşmüş. Şehrin var olan ormanlık alanları ise yeni şantiyelere dönüştürüldüğünden nefessiz bırakılmış durumda. Son dönemlerde yapılan barajlar ve kuraklıkla iklim değişikliğini en çok hisseden coğrafi alanda olduğundan tarımsal üretim zorlaşmakta, çiftçi üretim yapamamaktadır. İnsanlar işsizlikten açlıktan intihar ediyor. Bebek ölüm oranı, düşük oranı ve Çocukluk çağı diyabeti artmış durumda. Kaldırım işgali had safhada, etraftaki çöpler ise hastalık üretmektedir. İnşaatçıların yaptığı kaldırım işgali yüzünden geçen yıllarda bir çocuk yaşamını yitirmişti. Bu ölümden sonra ne kadar akıllandık, tabi ki de akıllanmadık. Birçok alanda halen insan hayatı tehlikeye atılıyor. Ve önlemler yetersiz.

Acı ama gerçekler bunlar. Kentte yaşayan yurttaşlar olarak kendi bireysel çıkar ve menfaatlerimiz yerini bir bütünen kentimizin, halkımızın çıkarlarına odaklanmamız gerekmektedir. Görüldüğü gibi ve sık sık eleştirildiği gibi yönetenler yönetemiyorlar. Sesimize yanıt olamıyorlar. Bizler de her ne kadar haberlerimizde köşe yazılarımızda belirtsek de çözüme kavuşan sorun yok. Sonuç ortada. 

Maksat cukkayı cebe doldurmak olmuş. Buna bir dur demenin vakti çoktan geldi de geçiyor bile. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığı gerçekliği yitirmiş durumda. Yılan herkese dokunmuş oluyor. Her bir yurttaş karşılık beklemeden güzellik adına bir iş yapsa, kendisine, çocuklarına, toplumuna küçük bir çakıl taşı kadar da olsa fayda sağlayacak bir iş yapsa neyi eksilir anlamak güç.

Bizler gazetecilik gereği hakikati ifade etmekten geri durmayacağız. Herkesin yapacak bir sorumluluğu vardır. Şuan yoksa bile etrafına bakınca görebilecektir. Yeter ki insanda biraz toplumsal vicdan olsun…