Bu gece çok özledim seni…

Ay suya değdiğinde özledim.

Yel estiğinde, yıldız parladığında. Yüksek bir höyüğün başına oturmuş Fırat’a bakıyorum. Kırmızıya dönüyor nehir. Yer, gök, dağlar, ağaçlar gelincik tarlası gibi ışıyor. Nar renginde usulca geliyor gece.

Seni özledim. Bu gece çok özledim seni… Seni özlemek kor ateş gibi yakıyor yüreğimi.

Az ötemde köhne bir dergâh… Gülsuyu ve tütsü kokuyor. Terlemiş sırtlarıyla zikir yapıyor sofiler. Erbane çalıyorlar, gerçek aşkı arıyorlar. Ruhları hafifliyor, hissediyorum. Yedi kat yükseğine yükseliyorlar göğün. Seni özlemek göğe yükselmek gibi bir şey biliyor musun?

Çünkü kırmızıya dönüyorum her özlediğimde, çünkü güneşin her batışında gökle bütünleşiyorum. Coşuyorum. Oysa içimde anlamsız bir hüzün, nedenini bilmiyorum, sorma. Yüklemsiz bir cümle gibi bir yanım hep eksik.

Bir sofi anlattı geçen gün; gerçek aşka inanan insanların önünde hiçbir güç duramazmış. Bir dervişten bahsetti, Fırat’ın en hırçın anında erbanesine binip öte yakaya geçmiş. Uzun uzadıya bahsetti dervişin kerametinden. Demek, sevince, gönülden bağlanınca bir insan keramet sahibi de olabilirmiş. Düşünsene erbane ve üstüne binmiş aksakallı bir derviş… Sonra aşk… Gerçek aşk. İmanla bağlanan aşk… Aşkı bulan insan bir tüyden hafif oluyor. Aşk güç veriyor insana…

Şimdi ay suya değdiğinde ve kırmızıyla dolduğunda her yan, suda yüzen erbaneyi ve üzerindeki dervişi görür gibiyim.

Bu gece çok özledim seni. Bu sessiz ve ıssız nehir kenarından ışıltılı şehir bulvarlarını düşünüyorum. Hızlı adımlarla yürüyen insanları, korna seslerini, egzoz dumanlarını, ambulans sirenlerini… Bir de aşkı. Aşkın yüceliğini. Sudaki erbane gibi hafifliyor yüreğim düşününce seni. Ruhum hafifliyor ay suya değdiğinde. Sessizlik mistik bir ezgi oluyor içimde. Tanrısal bir güçle deviniyor ruhum. Tüm dertler, kederler uçup gidiyor, gözlerimde doğaüstü bir ışıltı.

Ay suya değdiğinden beri trans halindeyim, durmadan içiyorum doğadaki kırmızıyı. Suda bir kırmızı erbane, üstünde bir derviş…

O derviş ne kadar benziyor bana.