Yağmur yağar kente, susarsın.
Bir kadının saçları gibi okşar yüzünü sular, dudaklarından öper serin bir rüzgar. Susarsın...
Kaldırımlara dolar karanlık bir yalnızlık yağmurla. Hüzün çöker yüreğine, susarsın.
Ruhunu ıslatır, aşk gibi yakar seni yalnızlık.
Sokaklarda yükleyip yüzyıllık yorgunlukları, susarsın.
Yağmur yağar kente...
Bir sen, bir damlalar öpüşür. Susarsın.
Dostlar, çoktan ayrıldılar bu limandan.
Ellerin havada öylece susarsın.
Tren istasyonları bomboş, otogarlar buz gibi...
Pis kokuyor, tüm pisliklerinden soyunuyor bu kent yağmur yağınca.
Yağmur yağınca bu kente, saçların ıslanır. Ve her defasında sevdiğinin çilek rengindeki dudakları
gelir aklına.
Bilekleri kesilmiş bir intihar sevdalısı gibi yatarsın kaldırımlara. Sular şehrin tüm pisliklerini üstüne
kusar.
Yağmur yağar kente...
Ruhuna sinen kederler suya karışır. Bir yılanın deri değiştirmesi gibi sancıyla kıvranırsın.
Ruhundaki acılar geçmişinle beraber temizlenir.
Geçmişinden arınmak, unutmak acıdır...
Her unutuş, bir yıldırım çarpmasıdır.
Kaybolmak istersin oysa inatla, karışıp yağmur sularına denizin merhametine sığınmak istersin.
Sonra anıların dalgaları devirir seni.
Bir kaldırıma boylu boyunca uzanırsın.
Bileklerinde paslı bir jiletin izleri...
İntihar kaçkınına çıkar adın.
Yağmur yağar kente...
Susarsın.