Bir süredir Türkiye’de kamusal alanın yeniden biçimlenişinin din, ahlak ve üretim ilişkilerini nasıl etkilediği üzerine yeterince söz söylenmediği kanısındayım. Güç ve kapitalizm kıskacındaki neo-milliyetçi muhafazakar savrulmanın geldiği nokta sosyal bilimcilerin yeni kuram ve karşılaştırmalarını beklemektedir. Bu konu etrafındaki düşünce ve analizlerle zenginleştirilecek literatür, en çok da geleneksel değerlere hak etmediği suçlamaları yükleyen muhafazakarlara ayna tutacaktır.

Türkiye'de İslami Düşüncenin gelişim serencamını ve kapitalizm ile olan ilişkisini ele alırken, Osmanlı dönemi kapitalizme geç geçişin sebeplerini, Türkiye'deki Tasavvufi hareketleri ve Müslüman düşünürlerin kapitalizm, ahlak, ruh döngüsündeki söylemlerini incelemek elzemdir. Türkiye’de derin kültürel, siyasal, politik kökleri olan Nakşibendilik hareketinin Weber'in Din ve Kapitalizm okumasıyla nasıl bir arada okunabileceğini, Weber'in, kapitalizme geç geçmiş Osmanlı politik tarihini ele alırken İslam’a yüklediği 'feodal' işlevin, Sabri Ülgener tarafından nasıl itirazlara tabii tutulduğu ve bu bağlamda İslam’ın Weber'in iddia ettiğinin tam aksine Kapitalizm ile yakın bir ilişki içinde olduğu tezleri incelenmeye şayan fikirlerdir. İslamın feodal katı bir anlatıyla ele alınması, onun kapitalizmle olan ilişkisinin kesilmesi manasına gelir ki bu ele alış biçimi birçok Müslüman düşünür tarafından itiraza tabi tutulmuştur. Öyle ki Weber'in protestanlıkla bağdaştırdığı kapitalizm düzenine çok sonraları Türkiye’deki tasavvuf hareketlerinin de benzer biçimde entegre olabileceği/olduğu gözlemlenmiştir. Sabri Ülgener; insan-ı kamili; 'tevekkül ve tecelli içinde “hayatı metodik, hesaplı bir iş ve vazife ahlâkını zihnine dokumuş” kişi şeklinde tanımlar ve İslam’ın, akıl ve iman ekseninde sosyo-politik entegrasyon sürecine yaklaşmayı özel mülkiyet, ticaret, vb atıflara verdiği önem sebebiyle kolaylaştırdığını iddia eder. Türkiye’deki İslami düşünceye etkileri ve politik sonuçları bakımından birçok mahiyette etkileyen diğer bir Kürt düşünür Said-i Nursi, kapitalizmi, medeniyet-i hazıra ve ya gaddar-ı medeniyet şeklinde nitelendirmiş ve daha çok kapitalizmin zihniyet dünyası, ahlak, medeniyetle olan ilişkisinden ve işlevlerinden söz etmiştir. Said-i Nursiye göre kapitalizm, özellikle zihniyette ve ahlakta birtakım tahribatlar meydana getirmiş, modern dünyada yaşanan kaosun, ve nihayetinde sınıflar arası çatışmaların temel sebebi olmuştur. O, 'say ve sermaye çatışması' nın yani emek ve sermaye çatışmasının bu bağlamda tüm kaosun zeminini oluşturduğunu gayet Marxist bir perspektifle dillendirmiştir. Marx'tan farklı olarak getirdiği çözüm önerisi Marx'ın idealize ettiği biçimde değil, daha ziyade İslami referanslar içinde, mesela faizi her biçimiyle reddeden ve ya başta zekat olmak üzere yardımlaşmaya dayalı diğer konuları ciddiye alan bir yaklaşım şeklindedir. Said-i Nursi kapitalist ahlakın insana ve medeniyete etkilerini ve kapitalizm etrafında gelişen tüketim alışkanlığını yoğun bir biçimde eleştirmiştir. Öyle ki, kapitalizm öncesi dönemde tüketim alışkanlığının bu kadar kuvvetli olmadığından yoksul sınıfın ahlaki ilkelerde bu denli kopukluk yaşamadığını, kapitalizmin yoksul ahlakı üzerinde büyük tahribatlar gerçekleştirdiğini dillendirmiştir. Özetle Müslüman düşünürlerin bir kısmı kapitalizmi büyük çapta zihniyet, ahlak, akıl perspektifinden ele almış ama İslam’la herhangi bir çatışmaya sokmamıştır.

Yakın tarih Türk Müslüman düşünürlerinin kapitalizm ile olan ilişkileri daha ideolojik ve sert bir tutum halinde tezahür etmiştir denebilir. Sezai Karakoç, İsmet Özel gibi isimler kapitalizmi Frankfurt Okulu ana ekseninde modernizme getirilen eleştiriler bağlamında adeta bir modern buhran sebebi olarak ele almışlardır. Şiirlerinde ve yazılarında kapitalizmin sonuçlarıyla ilgilenmişler ve derin eleştirilerde bulunmuşlardır. Kapitalizmin İslam ile olan ilişkisini inceleyen ve yoğun biçimde eleştirilerde bulunan bir diğer yazar İhsan Eliaçık, İslam’ın infak, sömürüyü men, mal biriktirmeme tarzındaki uyarılarını sistematize edilmiş bir düşünce olan sosyalizm ile özdeşleştirmiştir. İhsan Eliaçık'ın bu tarzdaki okumasına muhalif duran İslami yazarlar da olmuştur. Onlara göre İslam'ın sosyalizm ile özdeşleştirilmesi aşırı bir yorumdur çünkü İslam dini, zenginliği muhakkak 'öteki' ile düşündürmüş tek başına zenginleşmeyi reddetmiştir, ama bu durum Eliaçık'ın ifa ettiği bir sosyalizm derecesinde değildir. Daha mutedil yoruma göre din, sermaye alanını mutlak bir serbestliğe taşımaz. Ticari rekabete teşebbüsü ve zenginleşmeyi paylaşım ve ahlakilik üzerinden sınırlandırır. Erhan Akarçay, Türkiye’de İslam Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı makalesinde; 'Bugün muhafazakar ve İslami değerleri dikkate alan Anadolu Sermayesi rasyonel bir eylem olarak kapitalist girişimciliği geliştirmektedir. İslami Sermayenin bu kendini sekülerleştirme çabaları İslami değerlerle kapitalist değerleri bir uzlaştırma çabaları olarak değerlendirilmektedir. Ekonominin modernleşme sürecinin temel argümanı olması ve bur argümanın seküler özelliği sonraki yıllarda İslami sermayenin küresel sermayeye yönelik pozitif tutumunun anlaşılmasında önemli bir zemini teşkil etmiştir.' der ve sonuçta Türkiye’deki İslam sermayesinin düşüncesinin kendini bir bağlamda seküler modern çembere dahil etmeye gayretlerinin altını çizer.

Bu melez anlayışın geleneksel çizgide meydana getirdiği yaraları yerlilik eksenini kutsayan Türk tipi milliyetçi muhafazakar çelişkilerle yoğurduğumuzda nasıl bir hasarla karşı karşıya olduğumuzu tanımlamak da bir hayli zorlaşıyor.