'Yaşım ilerliyor, yaşlandığımı hissediyorum' dediğimde bir arkadaş bana, "Bunun için zamanı mı yargılamalı yoksa kendimizi mi? Senin için yaşlanmak fiziki mi yoksa ruhsal bir durum mu?" diye sordu.

Evet, bu soruları sanki günlerdir bekliyorum gibi bir his oluştu bende. Yaşlandığımızda kimi yargılamalıyız. Ya da yargılamalı mıyız? Aslında her dakikanın her saniyenin bir yargılanma süreci vardır.

Sürekli olarak geriye dönüp bakarız. Her baktığımızda farklı bir zaman, farklı silüetler var. Yargıladığımız aslında kendi gölgemizdir. Her yargı bizimle birlikte yeni yargılanmalar için kapı aralar.

Kontrol edemediğimiz şeyleri yargılayamayız. Onun için zamanı yargılarsak da beyhudedir.

"Yaşlanmak fiziki mi yoksa ruhsal bir durum mu?" sorusunu bin yıllardır aklı başındaki herkes kendisine ve muhataplarına sorar.

Bu sorunun aslında tek bir cevabı yoktur. Birden fazla cevabı olan bir paradokstur bu. Kimileri fiziki olarak yaşlanırken ruhları gençleşebiliyor; kimileri ise ruhen 15 yaşındayken bedenleri 80 yaşında bile çok genç durabiliyor.

Ama çoğunlukla bu ikisinin paralel gittiği örneklere sık rastlayabiliyoruz. Benim için durum biraz daha farklı. Şair'in dediği o yol ayrımına henüz gelmedim. Ama sanırım yorgunluk katsayım ve ruhumun derinliği o eşiği geçti bile.

Fizik, biraz da ruhun yansımasıdır. Ruhu yaşlanan bir insan her ne kadar kamufle etse de bedeninde izler oluşacaktır.

Kiminin saçlarında belirir, kiminin ise göz bebeklerindeki ışıkta ortaya çıkar. Ben de ortaya çıkan bir yorgunluk halidir. Yaşlanmaya bile üşeniyorum! Ruhum, bedenim, zamanım ve kelimelerim bir çelişkiler yumağı olabiliyor. Anlattıklarıma bazen kızıyorum. Bazen bir dediğim bir dediğimi tutmuyor. İşte benim bu. Yalanlarımla, doğrularımla aynada gördüğüm benim!