Gazetecilik mesleği ile ilgili sorunlar her dönemde farklı olmuştur. Her dönemin siyasi atmosferine uygun olarak bu meslekle ilgili öne çıkan sorunlar vardır. Örneğin 1920’li yılların gazetecilik sorunları ile 1960’lı yılların sorunları elbette birbirlerinden farklıdır. 2000’li yıllarda gazeteciliğin yaşadığı sorunlar 2020’lı yıllardan da farklıdır ya da tam tersi…

Gazeteciler önlerine çıkan sorunlarla boğuşa boğuşa, çöze çöze bugünlere gelmiştir. Şüphesiz basın tarihinde en büyük sorunlardan birçoğunun çözümü 10 Ocak 1961’de gerçekleştirilmiştir.  Ve bu gün Çalışan Gazeteciler Günü olarak basın tarihine geçmiştir. Deniliyor ki ‘gazeteciler sadece yılda bir kez hatırlanır’. Bu söz biraz tepki biraz da sitem içermektedir. Fakat öncelikle gazeteciler birbirlerini hatırlamalıdır, kendi dışındaki çevreler tarafından değil.

İsterseniz önce 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nün hayat-ı hikayesine bir bakalım.

60 yıl önce bugün ‘Dokuz Patron Olayı’ basın tarihinde yaşandı. Bunu biraz açarsak; Türk basın tarihine ‘Dokuz patron olayı’ olarak geçen ve gazetecilerin haklarının ilk kez yasal güvence altına alındığı 10 Ocak 1961 tarihi önem taşıdığı gün. Hangi gazetelerin patronlarıydı bunlar?

Basın Hukuku alanında düzenlenmelere gidilme zorunluluğu ortaya çıkmaktaydı. Söz konusu düzenleme, iş sözleşmelerinin yazılı olarak yapılması, sözleşmelere işin türü ve ücret miktarının yazılması gibi gazetecilerin sosyal ve yasal haklarını belirleyen hükümleri içeriyordu. Bu yasa ile kendilerine yüklenen sorumlulukları kabul etmek istemeyen 9 gazete patronu (Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah) 212 sayılı yasanın ve Basın İlan Kurumu’nun oluşmasına ilişkin 195 sayılı yasanın mesleki sakıncalar doğuracağını iddia eden bir ortak bildiriye imza atarak gazetelerini 3 gün kapadıklarını duyurmuşlardır.

Fakat gazeteciler bu kararı karşı susmadılar. Ne yaptılar Peki? “Dokuz patron olayı” olarak basın tarihine geçen bu gelişme üzerine gazeteciler, boykot boyunca “Basın” adlı bir gazete yayımlamaya karar vermişlerdir.

Basın gazetesi 11 Ocak günü yayına başladı ve üç günlük boykot sırasında düzenli olarak yayını sürdürdü. Çalışan Gazeteciler Günü, bu olayın bir sonucu olarak ortaya çıktı. 10 Ocak, “Çalışan Gazeteciler Bayramı” olarak kutlanmaya başladı ve 1971’de “Çalışan Gazeteciler Günü” halini aldı.

Basının Önündeki Dertler Bitmiyor!

Basın tarihine bakıldığı zaman, dertleri dur durak bilmiyor. Kuşkusuz bu dertlerin başında sansür gelmektedir. Tabi sansür kavramının basın tarihinde bir evrimi daha açık bir ifadeyle geçirdiği değişim süreci vardır. Aslında basına dışarıdan yapılan çeşitli müdahalelerle ona yön vermeye çalışılmıştır. ‘Şunu yaz, bunu yazma’ gibi anti demokratik, basın özgürlüğüne engel olan yaptırımlar hep uygulanagelmiştir. Gazeteciler bu anti demokratik uygulamalarla hep mücadele etmişlerdir; bu uğurda bedeller de ödemişlerdir.

Bir de gazetecilerin kendince yaptıkları ve adına ‘Özdenetim’ dedikleri bir uygulama var ki, bu da kısmî sansür olarak kabul edilebilir. Bunu biraz açacak olursak; özdenetim, gazetecinin klasik bir ifadeyle, kaleminin özgürlüğünün sınırladığı bir oto sansür olarak tanımlanabilir.

Fakat gerçek olan bir durumla karşı karşıya gazeteciler. Günümüzde özdenetimin sınırları çok genişlediği söylenebilir. Bu nasıl oluyor peki diye bir soru sorulacak olursa, cevabı şöyle ortaya konulabilir:

Malum, günümüzde hem muhalefetin hem iktidarın yanında yer alan gazetecilik faaliyetleri vardır. Buna genel olarak ‘yandaş gazetecilik’ denmektedir. Bu nedenle taraf olan gazeteciler, haber ve yazılarında, bulundukları taraf lehine öz denetim yapmaktadırlar. Bu doğru mu peki? Elbette ki hayır. Nasıl olmalı? Bizce şöyle:

Gazeteciler de elbette faaliyetlerini yaparken sorumluluk hissi ile davranmak zorundadırlar. Hiç kimsenin özgürlüğü sınırsız olmadığı gibi gazetecilerin de sınırsız değildir. Bu çerçevede gazeteciler, halktan yana taraf olmalı, halkın sesi ve vicdanı misyonunu taşımalı işlerini yaparken. Bu noktada gazetecilikte temel duruşu teşkil eden ve bu mesleğin felsefesinin temel taşı olan eleştirel duruş ortaya konmalıdır. Eleştirel duruşun özünde memleket ve halk yararına yapıcı eleştireler yer almaktadır.

Günümüzde gazetecilerin bir kısmı bir yanılgı içerisinde. İktidar ile devleti karıştırır bir yaklaşım içerisinde. Halbu ki, devlet ile iktidar aynı olgular değildir. Hükümet politikaları eleştirilebilir ama bunu yaparken devletin varlığı hedef alınmamalıdır. Bunu karıştıran çevreler bunu bilerek mi yoksa bilmeyerek mi yapıyor önkestirmek zor; ancak devlet hedef alındığı zaman geminin tamamı hedef alınır demektir ki bu gemide iyi niyetlilerin olduğu gibi art niyetliler de vardır.

Meselenin özü bu iken gelelim günümüz basının önündeki en temel soruna:

‘Yaz Gazeteci Bey!’ deniyor sokakta, mahallede. Ama bu cümlenin devamında şu ifade de yer alıyor: Gerçekleri yazabilir misin?

Her ne koşulda olursa olsun, basın çalışanlarının bedeller ödenmiş, bayram niteliğinde kutlanan bu gün nedeniyle basın çalışanlarının bu günlerini kutluyorum. Daha özgür koşullarda gazetecilik yapmak dileğiyle…

Saygıyla…