Yazma çoğu insan için vazgeçilmez bir tutkudur. Yazmadan duramaz, nefes alamaz, dünyası kararır, nefes alıp vermesi zorlaşır. Kimi şiir yazar, kimi öykü, kimi roman, anı, deneme… Vilken “Bir insan yazamadan yaşayamazsa, işte o zaman yazardır” demiş…

     Yazmak, uzaktan bakılınca çok basit bir eylem gibi gözükse de aslında hiç de öyle değildir. Emek isteyen, zaman isteyen, yoğunlaşmayı gerektiren bir iştir. Bazen derin aşık olma hali, bazen yalnızlık, bazen duyguların en uç noktalarda dışa vurumu… Ama hepsinde de yazanların farklı yaşam öykülerinin derin izlerini bulmak mümkün… Yazılan her şiirde şairin iç dünyası saklıdır satır aralarında… Romanda, her kahramanın yarısı yazarın kendisidir. Konuşulanlar, anlatılanlar her ne kadar roman kahramanlarına mal edilmeye çalışılsa da aslında yazarın kendi duyguları, kendi sözcükleridir. Hiçbir yazarı yazdıklarından soyutlayamazsınız. Dolayısıyla bir insanın iç dünyasına inmek istiyorsanız, onun yazdıklarına bakmalısınız.

     Yazma sanatı bir bakıma tiryakilik yapan, bir kere bulaşanın artık kopamayacağı, onsuz yapamayacağı bir sanattır. Yazmanın büyüsüne kapılıp, sonra da bir kenara çekilen, bir daha yazmayan yazar yok gibidir. Gerçi dünyada bazı örneklerine rastlamak mümkündür. Yazdıklarını artık beğenmeyip bir daha yazmayacağım diyen büyük yazarlar vardır. Ve bir daha yazmamışlardır da, Kafka bunlardan biridir. Ama ‘istisnalar kaideyi bozmadığından’ böyle bir genelleme yapmak mümkündür.

     Neden yazar insan?

     Yazarlar genelde duygusal insanlardır… Yüreklerinin en dip telleri hep titrektir. Sevdadan, barıştan, kardeşlikten bahsederler. Kapanıktırlar çoğu zaman, doğrudan insanlarla paylaşamadıklarını güzel sözcüklerle kağıda dökerler. Sevdalıdırlar… Kolay aşık olurlar, kolay kızarlar, kolay barışırlar. Dünyaları geniştir, kocaman bir okyanus gibidir yürekleri. O büyük yürek hep doludur, taşmaya hazırdır. Anlatamayınca, yazarak taşırır duygularını dışarı. Yazar coşkun bir nehir gibi akar denizine… Onun denizi okurudur. Okurdan gördüğü her ilgi, ondaki coşkuyu daha bir kuvvetlendirir.

     Duyarlıdır yazar, toplumda gördüğü haksızlıkları, dramları, trajedileri dile getirir. Bu onun yazar olma sorumluluğunun bir sonucudur. Kendini borçlu hisseder. Yazmadığı zaman kendinde bir eksiklik görür. Yazmadan duramaz, dünyası kararır, ruhu alt üst olur. Tanıdığım bazı yazarlar var, ilk bakışta bu kesinlikle ‘deli’dir dersiniz. Bakışları, duruşları anlamsızdır, öylece bir noktaya takılıp kalır gözleri, sanırsınız ki, hep sarhoş gezerler. Giyimleri berduşlarınkiyle aynıdır… Bir kot pantolon, üzerine kirli bir tişört… Dış görünüşleri tam bir dramdır. Oysa sohbet etmeye başladığınız anda birden bire coşarlar, sizi hoş bir serinlikte kucaklayıverirler. Az önceki durağan, aptal görünümlü, ruhsuz insan değildir artık karşınızdaki. Bir bilgi okyanusu, sevda atlısıdır. Bilgedir… Uçsuz bucaksız steplerde rüzgarla yarışır adeta. İçindeki cin uyanmıştır bir kere, isteseniz de onu zaptedemezsiniz.

     Çocukluğumun nur yüzlü amcaları, teyzeleriydi yazarlar… Yine öyle, kutsanmış olarak görürüm onları… İçimde onlara karşı ilahi bir sevgi beslerim hep. Çünkü yaptıkları kutsal bir şey… Yürek işçisidir onlar. Sevgi, aşk, sevda nakışçılarıdır.

     Yürekle ilgilenen her insan, mistik bir kutsallığı hak ediyor bence…