Bir halk düşünün; köyü yakılmış, sürgün yollarında çocuklarıyla perişan düşmüş, ağıtlarıyla toprağı ıslanmış.
Kürtler.
Bu topraklarda en çok barışı onlar hak etti. Çünkü en çok onlar acı çekti.
1990’ların ortasında Mardin’in bir dağ köyünden göçen Gulê Ana’nın hikâyesi hâlâ kulakları çınlatır.
Oğlunu faili meçhulde yitirdi. Kızını göç yolunda zatürreden kaybetti. Elinde bir torba, sırtında battaniyesiyle Diyarbakır’dan İstanbul’a uzanan o acı yolculukta,
İstanbul’un varoşlarında betonun soğukluğuna ilk defa o zaman dokundu.
"Memleket dediğin, toprağa dokunduğunda seni tanımalı" derdi. Ama onun toprağı, artık sadece mezar taşlarıyla konuşuyordu.
Bunun gibi binlerce, on binlerce hikâye var.
Kürtçe şarkıları gizli öğrenen çocuklar…
Kimliğini her resmi kurumda titreyerek fısıldayan gençler…
“Adını değiştir, daha kolay iş bulursun” diyen öğretmenler…
100 yıllık bir cumhuriyet geride kalırken, inkâr ve asimilasyon politikalarının tortusu hâlâ yüreklerde.
Barış, yıllar boyu sadece bir umut olarak dile geldi. Ama son zamanlarda, bu kelime ilk kez bu kadar yüksek sesle, bu kadar beklenmedik bir ağızdan telaffuz edildi.
Devlet Bahçeli…
Bir dönem “İdam geri gelsin, Apo asılsın” diyen milliyetçi bir liderdi.
Ama şimdi, TBMM kürsüsünden DEM Parti’ye dönüp “Öcalan örgütü lağvettiğini ilan etsin, Meclis’e gelsin konuşsun” dedi.
İnananlar şaşkın, inanmayanlar şüpheli.
Ama kimse sessiz değil.
Çünkü bu çağrının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AK Parti’nin ve DEM Parti'nin sürece sahip çıkan açıklamaları geldi.
Derken Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla örgütün kendini feshettiği duyuruldu.
Bunlar belki bir ütopyanın parçasıydı bir zamanlar.
Ama şimdi kelimeler değil, somut adımlar konuşuyor.
Meclis’te el sıkışmalar, halkın gözü önünde barışa atılan umut dolu adımlar var artık.
Van'da yaşayan Reşo amca televizyonda Bahçeli'nin cesur adımlarını görünce, gözleri dolmuş.
“Eğer o el sıkışma gerçekse, torunlarım bizim gibi yaşamaz” demiş.
Bu topraklarda umuda dair söylenen her söz, bin yıllık dua gibi yükseliyor artık.
Ama barış sadece devletin atacağı adımlarla gelmez.
Barış, evlerin içinde başlar.
Düşman bellemenin yerini merhamet aldığında;
“Sen kimsin?” yerine “Nasılsın?” sorusu sorulduğunda…
Şimdi belki de en kritik dönemece giriyoruz.
Çünkü barışın eşiğindeyiz ama eşik en tehlikeli yerdir.
Bir provokasyon, bir yanlış adım, bir kin dolu söylem bu süreci tersine çevirebilir.
Süreci sabote etmek isteyenler olabilir.
Barışı bir zayıflık sananlar…
İntikamı adalet yerine koyanlar…
Ama unutmamalıyız: Barış bir zafer değildir, bir uyanıştır.
Kürtler en çok barışı hak ediyor.
Ve Türkiye, bu halkın yüzüne ilk kez gerçekten bakma cesaretini gösterirse; belki sadece Kürtlerle değil, kendi vicdanıyla da barışabilir.
Çünkü en çok acıyı çekenler, barışın kıymetini en iyi bilenlerdir.