Bir tablo, bir neşter: Rembrandt ve Modern anatominin doğuşu

Sanat ile bilimin kaderi çoğu zaman aynı odada yazılır. Rembrandt’ın Dr. Nicolaes Tulp’un Anatomi Dersi (1632) yalnızca bir tablo değildir; bilginin sahneye çıktığı, bedenin çözümlenerek yeniden anlam kazandığı bir dönüm noktasıdır.

Abone Ol

Sanat tarihine bakarken çoğu zaman estetikten söz ederiz; oysa bazı eserler, bilgiyi görünür kıldıkları için önemlidir. Rembrandt’ın bu tablosu da böyledir. Sahnede yalnızca bir kadavra değil; merak, yöntem ve kamusal öğrenme vardır.
Orta Çağ boyunca Avrupa’da anatomi bilgisi büyük ölçüde Galen geleneğine dayanıyordu; kadavra çalışmalarının kapsamı sınırlıydı, hatta kimi yerlerde yasaktı. Rönesans ile birlikte diseksiyonlar kurumsallaşırken, sanatçılar da beden bilgisini tuvale taşıdı: Leonardo’nun çizimleri, Michelangelo’nun heykelleri ve nihayet Rembrandt’ın bu sahnesi.
Tabloda Dr. Tulp, öğrencilerin önünde ön kolun tendonlarını gösterir; elindeki cerrahi aletle işaret ettiği ince bağ, kas ile hareket arasındaki ilişkiyi izleyiciye adeta canlı bir ders gibi aktarır. Kompozisyonun merkezini aydınlatan ışık ile çevreyi örten gölge, yalnızca Barok bir dramatizasyon değil; bilginin odaklandığı yere yönlendiren görsel bir yöntemdir.
Masada duran açık kitabın, Andreas Vesalius’un 1543 tarihli De humani corporis fabrica’sına (İnsan Vücudunun Yapısı Üzerine) gönderme yaptığı düşünülür. Bu ayrıntı, sahnenin bir diseksiyon anından öte olduğunu gösterir: metin ile görsel temsilin birlikteliği. Nitekim sanat tarihçisi Erwin Panofsky’nin ikonolojik okuması da tam bu noktada devreye girer: görünenin arkasında, dönemin bilgi rejimi vardır.
Aydınlanma çağına gelindiğinde anatomi, görsel dil olmadan düşünülemez hale gelmişti. Barbara Maria Stafford, anatomi illüstrasyonlarının bilgiyi demokratikleştiren etkisini vurgularken, Rembrandt’ın tablosunu da aynı zincire ekleyebiliriz: bilginin metinden görüntüye, atölyeden kamusal alana taşınması.
Burada Descartes’ın mekanik beden anlayışı da önem kazanır. Bedenin parçalarına ayrılarak anlaşılabileceği fikri, modern tıbbın yükselişiyle birleşir. Beden Sanatı: Rembrandt ve Anatomi Dersleri kitabının yazarı Serhat Soyşekerci’nin altını çizdiği gibi, sanatın anatomiyle kurduğu ilişki yalnızca estetik değil, aynı zamanda yöntemsel bir bağdır. Rembrandt’ın kadavrası bu nedenle sadece ölü bir beden değil; yeni bir bilme biçiminin nesnesidir.
Bugün tıp tarihiyle ilgilenenler için bu tabloya yalnızca bir sanat eseri olarak bakmak mümkün değildir. Çünkü resimde, bilginin toplumsallaşması da gösterilir: kapalı lonca bilgisinin kamusal bir derse dönüşmesi. Işık, izleyicinin dikkatini Dr. Tulp’un eline ve açılmış kola yönlendirirken, biz de bir çağın zihnindeki dönüşümü görürüz: beden, kutsal bir sır olmaktan çıkıp araştırmanın konusu olur.
Son soru şu: Bedenin sanatsal tasviri, onun bilimsel incelenişinden ayrı düşünülebilir mi? Rembrandt’ın tablosu bu soruya “hayır” der. Soyşekerci’nin belirttiği gibi: “Beden, sanatçının tuvalinde ve doktorun neşterinde, aynı hakikatin farklı ifadeleridir.” Sanat duyumsar, bilim keşfeder; belki de bu yüzden, modern tıbbın görsel arşivine baktığımızda, bir ressamın ışığının hâlâ yolu aydınlattığını fark ederiz.