Diyarbakır Haberleri

Diyarbakır’ın Türkiye’ye Armağan Ettiği 7 Dev

Kimi onu yalnızca yemekleriyle tanır, oysa Diyarbakır çok daha fazlasıdır. Surlarının gölgesinde büyüyen kalemler, bu ülkenin kültürüne yön vermiştir. Diyarbakır'ın taşından toprağından doğan ve edebiyat tarihine kazınan o büyük isimlerin hikâyesi...

Abone Ol

Türkiye’de ‘Diyarbakır’ denildiğinde çoğunun aklına sadece “karpuz” ya da “ciğer” gelir. Oysa bu şehir, sadece mutfağıyla değil; tarihiyle, siyasetiyle, dini mirasıyla, kültürüyle ve edebiyatıyla çok daha büyük bir dünyadır…

Mezopotamya’nın kalbinde yer alan Diyarbakır; surlarının gölgesinde yetişen şairleri, hanlarında yankılanan dengbejleri ve fikir dünyasına damga vuran yazarlarıyla asıl kimliğini bulur. Buna rağmen yıllardır Diyarbakır’ın yalnızca karpuzla simgeleştirilmesi, bu kadim kente yapılmış en büyük haksızlıklardan biridir.

Çünkü Diyarbakır, aslında Türkiye’nin kültürel belleğini şekillendiren onlarca değerli edebiyatçının doğduğu topraklardır. İşte Diyarbakır’ın yetiştirdiği ve Türkiye’ye armağan ettiği yedi büyük edebiyat devi…

Modern Mistisizmin Diriliş Sesi: Sezai Karakoç (1933 – 2021)

1933 yılında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde doğan Sezai Karakoç, edebiyatımızın en özgün şair ve düşünürlerinden biridir. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra bir süre maliye müfettişliği yaptı, fakat esas mirasını “Diriliş” düşüncesiyle bıraktı. “Mona Roza” şiiri, edebiyatımızın en gizemli aşk dizelerinden biri olarak hafızalara kazındı. Karakoç’un eserlerinde medeniyet, metafizik ve diriliş düşüncesi derin bir şekilde işlendi. Diyarbakır’ın dini ve kültürel mirası, onun manevi arayışlarının temelini oluşturdu ve onu fikir dünyasında bir kutup yıldızı haline getirdi.

Fikrin Kalesi: Ziya Gökalp (1876 – 1924)

1876 yılında Diyarbakır’ın Çermik ilçesinde doğan Ziya Gökalp, çocukluk yıllarında şehrin çok kültürlü yapısının etkisiyle geniş bir ufuk kazandı. İlk öğrenimini Diyarbakır’da tamamladıktan sonra İstanbul’a giderek fikir hayatına yöneldi. Batı’nın sosyolojik kuramlarını Doğu’nun kültürel mirasıyla birleştiren Gökalp, ‘Türkçülük akımının öncüsü’ oldu. “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” düsturu ile Cumhuriyet’in ideolojik temel taşlarını döşedi. Onun yazıları, sadece bir sosyologun değil, aynı zamanda ‘bir toplum mühendisinin kaleminden çıkmış eserler’ olarak Türkiye’nin kimlik inşasında kullanıldı. Diyarbakır’da aldığı kültürel miras, Gökalp’in düşünce dünyasının en güçlü ilham kaynağı oldu.

Yaş Otuz Beş: Cahit Sıtkı Tarancı (1910 – 1956)

1910 yılında Diyarbakır’da doğan Cahit Sıtkı Tarancı, şiirimizin en duygusal ve en içten kalemlerinden biridir. Galatasaray Lisesi ve Mülkiye’de eğitim gördü, ardından Paris yıllarıyla şiirinde varoluşçu hüznü derinleştirdi. “Yaş Otuz Beş! Yolun yarısı eder” dizesiyle bir neslin hafızasına kazındı. Ölüm, yaşam sevinci, fanilik ve memleket özlemi onun dizelerinde büyük bir ustalıkla işlendi. Doğduğu ev bugün müze olarak ziyaretçilerini ağırlarken, o evin taşları Tarancı’nın şiir evreninin başlangıç noktası oldu. Diyarbakır sokaklarının çocukluk izleri, onun dizelerinde hâlâ yaşamaya devam ediyor.

Asi Ruh: Ahmed Arif (1927 – 1991)

1927’de Diyarbakır’da dünyaya gelen Ahmed Arif, Anadolu’nun acısını, isyanını ve sevdasını dizelere döken bir şairdir. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde okudu, ancak siyasi nedenlerle hapis yattı. Tüm hayatına yayılan baskılara rağmen tek kitabı “Hasretinden Prangalar Eskittim” ile edebiyat tarihine geçti. O tek kitap, Türkiye’de en çok okunan şiir kitaplarından biri oldu. Ahmed Arif’in dizeleri, mahpushane duvarlarının ardında bile halkın dili ve başkaldırının sesi oldu. Diyarbakır’ın yoksul sokaklarından aldığı güç, onun şiirlerini bir başkaldırı manifestosuna dönüştürdü.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Köprü: Süleyman Nazif Ve Faik Ali Ozansoy

Diyarbakır’ın yetiştirdiği iki kardeş olan Süleyman Nazif ve Faik Ali Ozansoy, Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’e uzanan edebiyat köprüsünün önemli isimleridir.

Süleyman Nazif (1869 – 1927): Servet-i Fünûn kuşağının güçlü kalemlerinden biri olarak tanındı. Vatanseverliği ve keskin kalemiyle öne çıktı. “Kara Bir Gün” yazısıyla işgale karşı halkı ayağa kaldırdı.

Faik Ali Ozansoy (1876 – 1950): Fecr-i Ati topluluğunun önemli isimlerinden biri oldu. Bürokrat kimliğiyle birlikte şairliğiyle de tanındı. Ermeni tehciri döneminde insanlık adına sergilediği vicdani duruşla da tarihe geçti.

Her iki kardeş, Diyarbakır’ın kültürel zenginliğini İstanbul’a taşıyarak, imparatorluktan cumhuriyete geçişin sancılarını eserlerine yansıttılar.

"Türk Tiyatrosunun Shakespeare’i": Orhan Asena (1922 – 2001)

1922 yılında Diyarbakır’da doğan Orhan Asena, tiyatromuzun en verimli yazarlarından biridir. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirip hekimlik yaptı, fakat tiyatroya duyduğu tutku onu kaleme yönlendirdi. “Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe”, “Hürrem Sultan” ve “Şili’de Av” gibi oyunlarıyla toplumsal ve tarihsel meseleleri sahneye taşıdı. Eserlerindeki güçlü karakterler ve tarihsel göndermeler, ona “Türklerin Shakespeare’i” unvanını kazandırdı. Diyarbakır’da aldığı kültürel miras, onun oyunlarının arka planında güçlü bir şekilde hissedilir.

Bu yedi büyük isim, Diyarbakır’ın sadece karpuz ya da ciğer ile değil, fikir, kelime ve sanatla da anılması gerektiğini kanıtlıyor. , Sezai Karakoç’tan Orhan Asena’ya, Ziya Gökalp’ten Ahmed Arif’e uzanan bu miras; Diyarbakır’ın edebiyata armağan ettiği birer abide gibi bugün hâlâ yükselmeye devam ediyor.