DÜŞÜNMENİN KALBİ, HİSSETMENİN ZİHNİ

Düşünmek, yalnızca aklın değil; kalbin, yaraların, hatıraların da işidir. Hissetmekse bazen bir direniştir. Diyarbakır’da her ikisi de yaşamanın yollarıdır.

Abone Ol

Bazen bir düşünce kalpten doğar; bazen bir duygu, düşünmeye mecbur bırakır insanı.

İkisi de aynı kaynaktan, yaşamın içinden yükselir. Düşünmek, varlığı kavramanın; duygulanmak, o varlığı içimizde yeniden kurmanın biçimidir. Zihin anlar, kalp hatırlar.

İnsan, bu iki nefesin arasında yaşar.

Ama burada, Diyarbakır’da düşünmek bir direniştir çünkü burada düşünmek, yalnız akılla değil; yoklukla, kayıpla, kavgayla, yasla sınanır. Hissetmekse bir varoluş eylemidir: yaraların arasından geçerek insan kalmanın yolu.

“Anlamak, Sevmektir”

Zihinle duygu birbirini tamamlayan iki sessizliktir. Biri düzen kurar, diğeri o düzene can verir.

Bir şeyi anlamak, onunla temas kurmaktır ve bu temas bir duyguyu açığa çıkarır. Duygular, yalnızca bir his değil; varlığa yönelen bir bilgidir. Düşünmek artık soyut bir çaba değil, yakınlaşmanın, onarma isteğinin bir biçimidir. Kalp ve akıl, aynı hakikatin iki farklı yankısıdır:

biri fısıldar, diğeri konuşur. Ve ikisi de insanın kırılmış yerinden çıkar.

Duygunun Düşüncedeki Nabzı

Nietzsche der ki: “Her düşünce, bir duygunun yeniden biçimlenmiş hâlidir.”

Evet. Diyarbakır’da düşünce, kavganın, direnişin, travmanın, yasın içinden geçerek biçimlenir. Aklın çizdiği haritayı, acıların rüzgârı yönlendirir. Tutkular olmadan düşünce donuklaşır; ama burada tutkular bile sessizdir, yalnızca kalbin içindeki sızıyla konuşurlar.

Gerçek düşünce, bir müzik gibidir; notaları akıl yazar, ama melodiyi kalp çalar.

Ve bazen bu şehrin sesi, tam da o melodinin içinde yankılanır: yorgun, eksik ama filiz veren ve hâlâ yaşayan bir ses.

“Duygu, Bilincin Dünyayı Dönüştürme Tarzıdır”

Duygular edilgen değildir. Bir korku anında dünya gerçekten daralır; bir sevgi anında genişler, yumuşar, ışıldar. Sartre’ın dediği gibi: “Duygu, bilincin dünyayı dönüştürme tarzıdır.”

Ama Diyarbakır’da bu cümle daha derindir. Çünkü bu topraklarda her duygu, yalnız bir iç hâl değil, bir yeniden inşa biçimidir. Bir anne, kaybın içinden merhameti; bir genç, umutsuzluğun içinden inadı yeniden kurar. Korku bir tepki değil, anlamın rengi olur; sevgi, yalnızca his değil, varlığı koruma gücüdür.

İnsan duygularıyla inşa eder dünyayı; ama burada o inşa, kadim surların yıkıntılarının içinden yükselir. Ve düşünce, o yıkıntının taşlarına kazınmış bir şiirdir.

İki Akış Arasında

Düşünmek ve duygulanmak, aynı ırmağın iki kıyısıdır. Biri kavrar, diğeri taşırır. İnsan, o ırmağın ortasında, akıntıya hem direnen hem de kendini bırakan bir varlıktır.

Bir düşünce bizi değiştiriyorsa, o değişim çoktan bir duyguda başlamıştır. Bir duygunun içinden bir fikir filizleniyorsa, o duygunun içinde zaten bir düşünce kıvılcımı vardır.

Ve belki de biz, bu coğrafyanın en derin düşüncelerimizi direnişten ve acıdan türeyen duygularımızla kurduk. Birlikte direnirken, birlikte düşerken düşündük. Düşünce burada bir kelime değil; var kalma biçimidir.

Zaman Farkı

“Mantığım ayrı söylüyor, kalbim ayrı” deriz bazen. Ama burada o fark yalnız bireysel değildir. Zihin bir sonuca varmıştır; ama halkın kalbi henüz o sonuca yetişememiştir. Ya da tam tersi: Halkın kalbi bir hakikati sezmiştir; ama kanaati kuran zihin ona henüz biçim verememiştir.

Bu bir çatışma değil; iki farklı hızla akan tarihin iç içe geçmesidir. Zihin acelecidir, kalp sabırlı. Biri ışıkla görür, diğeri sıcaklıkla anlar. Ve hakikat, tam bu ikisinin kesiştiği anda doğar: zihnin soğuk ışığıyla kalbin sıcak şarkısı arasında, bir anlığına parlayan o ince çizgide.

Bu yazı yalnızca bir düşünce çağrısı değil; bir iyileşme arzusudur. Yaraların arasından sızan bir ışık gibi, dar ama geçilebilir bir kapı gibi...

Çünkü düşünmek, bazen yalnızca yaşamaya devam etmektir. Ve hissetmek, insan kalabilmeyi hiç unutmamaktır.