FARKLI HAYATLAR FARKLI KÜLTÜRLER

Kendimi bildim bileli yeni yerler gezmeyi, öğrenmeyi, keşfetmeyi seven bir insan oldum.

Abone Ol

Dünyayı, insanları, kültürleri tanımak benim için bir yaşam biçimi haline geldi.
Z kuşağının sık kullandığı bir ifade vardır: “Farklı hayatlar, farklı kültürler.”
Bu cümlenin anlamını uzun yıllar boyunca seyahat ederek, okuyarak ve farklı ülkelerden insanlarla tanışarak tamamladığımı düşünürdüm.
Oysa son zamanlarda fark ettim ki, bu cümle sadece pasaport sayfalarında biriken damgalarla, şehirlerin ünlü restoranlarında tadılan yemeklerle ya da tarihi sokaklarda çekilen fotoğraflarla tamamlanmıyor.
Evet, dünyayı gezmek insana bambaşka bakış açıları kazandırıyor.
Her ülkenin kendine özgü bir hikâyesi, bir kokusu, bir rengi var.
Fakat tüm bu keşiflerin yanında gözden kaçırdığımız başka bir “farklı hayat” daha var.
Yanı başımızda, bizimle aynı şehirde ama bambaşka şartlarda yaşayan insanların hayatı.
Bir mahallenin kenarında, yıkık bir evin içinde ya da bir sokak lambasının altında bambaşka bir dünyanın yaşandığını görmek, “farklı hayatlar” ifadesinin anlamını değiştirdi benim için.
Eskiden farklı hayatları tanımak için uzaklara gitmek gerektiğini sanırdım.
Şimdi anlıyorum ki, bazen en derin keşifler bir adım ötemizde saklı.
Aynı iş yerinde aile olduğunuz kişilerin aylardır bekledikleri bir haber
Bir çocuğun yıpranmış ayakkabılarının içinde taşıdığı umut
Bir annenin geçim derdine rağmen yüzündeki sıcak gülümseme, bir yaşlının tek başına geçirdiği uzun günler…
Bunlar da birer kültür, birer hikâye. Belki de en hakiki “farklı hayatlar” bunlar.
Gezmek, görmek, öğrenmek elbette çok kıymetli.
Ama insan, asıl yolculuğa kendi şehrindeki hayatlara dokunabildiğinde çıkıyor.
Çünkü gerçek keşif, başka ülkelerin haritalarında değil; insanlığın ortak hikâyesinde saklı.