Ve neredeyse insanlık tarihiyle yaşıt Diyarbekir surlarını yıkmaya başladı.
Neymiş efendim, ‘kentin içi hava almıyormuş, bu nedenden dolayı salgın hastalıklar baş gösteriyormuş, insanlar biraz rahat nefes alabilsinlermiş’.
Geçti o güzelim tarihin karşısına ve enva-i çeşit bomba ile yıkmaya başladı.
ŞêxSeîd meydanından Dağkapı’ya doğru gidilen yer var ya. İşte tam da orası.
Orta yerde belli zaten Surların nasıl da talan edildiği.
Ama Valimizin amacı ‘Ahalinin’ sağlığı ve rahatıymış
Ah canım ne kadar da halkı düşünen bir Vali.
İnsanın gözleri yaşarıyor.
Bir vakit sonra bu gidince yerine gelen Vali Faiz Ergun aynı şekilde devam ediyor yıkım ve talana.
Gerekçe?
Yerine geldiği kişi ile aynı.
Kürdün adına olan her şey ile alakalı durum ve etkinlikler, ‘insaf ve vicdan’ ölçülerinden çok uzakta zaten.
Neyse, ahali ne yapacağını bilememiş tabi.
Ya ‘Devlet yapıyorsa vardır bir bildiği demiş, ya da takatsizliğinden dolayı sus-pus’ olmuşlar.
Sonra, taaa Fransa’dan buraya gezmeye, arkeolojik çalışma ve araştırmalar yapmaya gelmiş birisi.
Adı Albert Louis Gabriel.
‘Gavur’.
Bakmış, dünyanın harikalarından bir yer Diyarbekir ve Surları. Ama o da ne? Yıkılmış ve yıkılmaya devam ediliyor hala.
‘Yapmayın, etmeyin. Bu dünyanın önemli bir mirası, geleceğe taşınması gerek, yaptığınız bir cinayettir’ diyerek debelenmiş ama ne duyan var ne de kaale alan.
Merkezi hükümetle yazışmalarda bulunmuş yetmemiş başkente gitmiş, konsolosluğu devreye sokmuş.
Velhasıl Surların yıkılması durdurulmuş.
Hem Surlar, hem tarih, hem Diyarbekir ve hem de Gabriel rahat bir nefes almış.
Bir elimizde, kişisel olarak bir ilgisi olmadığı halde, sırf insanlık tarihine olan saygısı nedeniyle bunu yapmış bir Gabriel var diğer elimizde de bu kentte yaşayan, bu kente aşık olduğunu söyleyen bizler.
İkisi arasındaki yedi farkı bulmaya çalışsak, liste yetmiş yedilere varır.
Fransa’dan gelen bu adamın yaptıklarına mukabil biz, kentin sakin ve sevenleri neler yapıyoruz?
Yıkmaya, yıkılmasına göz yummaya, kirletmeye, taşlarını söküp kendi evlerimize duvar yapmaya, yanına yamacına ticari yerler açmaya, üzerine saçma sapan yazılar yazmaya kadar ne kadar çirkinlik varsa yapıyoruz.
Sonra hiçbir şey olmamış gibi önünde durup selfie çekiyoruz.
Gelen misafirlerimize ‘UNESCO’nun bilmem hangi listesindedir bizim Surlarımız, diye caka satıyoruz.
Bu nasıl yüzsüzlük anlamadım.
Gözümüzün nuru gibi bakmalıyız oysa, yüzümüzü sürmeli bizi af etmesini istemeliyiz.
Af eder mi? Orasını bilemem. Etmezse hakkı vardır bence.
Hafta sonu Diyarbakır Tanıtma ve Yardımlaşma Vakfı ‘Gabriel’e Vefa’ konulu bir sergi ile o yüce gönüllü insanı andı.
Derin bir hürmetle ben de ordaydım.
Hepi topu birkaç kişiydik aslında. Ama herhangi birinin konseri olsaydı kalabalıktan geçilmezdi.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Serra Bucak, Gabriel’e vefa borcumuzu ödemek için kurtardığı Tek Beden Burcu’na isminin verilmesini gündeme getireceklerini kaydetti.
Son derece yerinde ve önemli bir karar.
Bize düşen de tarihimizi sırf fotoğraflar için değil, geleceğe taşımak için korumak, kollamak olmalıdır.